Kimsesiz değildi,torunu vardı

 Kimsesiz değildi,torunu vardı


Uçağımız Sabiha Gökçen’e indiğinde içimde tarifi zor bir duygu kabardı. Yıllar sonra eve dönüyordum ama içim hiç huzurlu değildi. Bir yanım özleme çekilirken, diğer yanım göğsümde ağır bir taş gibi duran belirsizliğe teslim olmuştu.

Anneannemi hiç tanıyamamıştım. Dedem, onun ölümünden sonra evlenmiş; annem ve dayımlar bu evliliği kabullenememişti. Bana kalan yarım yamalak bir hikâyeydi. Ama çocuk kalbimle bildiğim tek şey, “anneannem” dediğim o kadının hep yanımda olduğuydu. Kan bağı değil, kalp bağı kurmuştuk biz.

Çocukken en çok kimi severdin deseler, tereddütsüz anneannem derdim. Sabrıyla, gülümsemesiyle, sevgisiyle hayatımın direğiydi. Ortaokulda üvey olduğunu öğrendiğimde boynuna sarılmış, “Sen benim hep canım anneannem olacaksın,” demiştim. O gün bana öyle bir sarılmıştı ki sanki içine almak istemişti.

Ben büyürken hep yanımdaydı. Hastalandığımda başımda bekledi, üniversite bursum yetmediğinde yardım etti. Kanada’daki iş teklifini kabul edebilmem için evini ipotek ettirip kredi bile çekti. O hiçbir zaman karşılık beklemedi.

Ama ben Avustralya’dayken vefat etti. Cenazeye katılamamak, yıkımın en büyüğüydü. Aylar sonra döndüğümde sordum:

— Anneannem hastamıydı?

Babam gözlerini kaçırdı:

— Ölüm onun düğünü bayramıydı.

O an bir şeylerin ters gittiğini hissettim. Anneannemin mezarını görmek istedim. Annem gitmek istemedi. Ben kararlıydım.

Ertesi sabah sevdiğim teyzemin kapısını çaldım. “Anneannemin mezarını görmek istiyorum,” dedim. Sessizlik indi. Sonra birlikte mezarlığa gittik.

Mezar taşında sadece adı yazıyordu. Ne tarih vardı ne bir dua. Başımı taşa koyup uzun uzun dua ettim. İçimde yıllardır biriken her şey o toprağa aktı.

Sonra teyzem gerçeği anlattı: Babam işten ayrıldıktan sonra gönderdiğim paralarla yetinmemiş, anneanneme kredi çektirmişlerdi. Ödeyemeyince banka eve el koydu. Evsiz kalan anneannem sessizce bir huzurevine sığındı. Orada, hep seni sayıklayarak vefat etti. Son sözü “Torunum gelir mi acaba?” olmuş.

Annemle babam cenazeye gitmemişti. “İmkân yoktu,” demişlerdi. Ama ben biliyordum: İmkân değil, vicdan lazımdı.

Şehre döndüm. Masada sessizlik vardı. İlk kez sordum:

— Bu kadın ne yaptı da bunu hak etti? İçiniz hiç mi sızlamadı?

Annem başını eğdi. “Demek öğrendin…” dedi sadece. Daha fazlasını söyleyemediler. Ben kalktım:

— Benden yana hakkım helal olsun. Siz de helal edin.

Fısıltıyla, “Helal olsun,” dediler. Taksiye bindim, geride dizlerinin üstünde ağlayan annemle babamı bırakarak…

Kanada’ya döndüğümde güneş doğuyor, kar yağıyor, insanlar gülüyordu; ama içimde sadece anneannemin sessizliği vardı.

Bir gün mezar taşını yaptırdım. Adının altına şu cümleyi yazdırdım:

“Kimsesiz değildi, torunu vardı.”

O günden beri her cuma bir hayır dağıtırım. Her poşetin içine şu notu iliştiririm:

“Bir kadın vardı… Yalnızdı ama dua sahibiydi. Bu ikram, onun duasıdır.”

Ve o günden sonra, her cuma sabahı gökyüzü bana hep biraz daha aydınlık göründü.

Kamil Erbil



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AYAKKABI BOYACISI

OTUR.. SIFIR...

Tadı Kalmadı