Geç Kalan Ziyaret

Geç Kalan Ziyaret 

Kapı çaldığında adam, yıllardır eskimemiş koltuğunda dalmıştı. Duvardaki saat, her vuruşunda evin sessizliğini biraz daha derinleştiriyordu. Kalktı, ağır adımlarla kapıya yöneldi. Açtığında karşısında, gençliğini çoktan geride bırakmış ama hâlâ bir yabancı gibi duran bir yüz vardı.

— Merhaba amca... Annemi ziyarete geldim, dedi genç adam, gözlerinde tedirgin bir parıltıyla.

Adam bir süre konuşmadı. Gözleri, yılların taşlaştırdığı kalbine saplanan binlerce anının içinden geçiyordu. Sonunda dudaklarından döküldü kelimeler:

— Ne dedin?

— Annemi ziyarete geldim...

Adam başını eğdi, derin bir iç çekti.

— Geç kaldın evlat. Hem de çok geç kaldın.

— Nasıl yani?

— Çok ama çok geç… Bekle biraz, seni annene götüreyim.

Konuşmadan arabaya bindiler. Yollar, mevsimden kalma yapraklarla örtülmüştü; sessizlik, camdan içeri sızan rüzgâr gibi içlerine işliyordu. Kısa süre sonra araba durdu. Genç adam etrafa baktı.

— Burası... mezarlık amca? Biz… kimi ziyarete geldik?

Adam cevap vermedi. Sadece başıyla ileriyi işaret etti.

— Anneni...

Genç adam bir an dondu. Ruhu, göğsünün içinde yırtılır gibi oldu. Geriye doğru sendeledi. Kapıya tutunmaya çalışırken dizleri çözüldü, bayıldı.

E

Kamil Erbil

traftan gelen birkaç kişi yardıma koştu. Gölgeli bir ağacın altına taşıdılar. Adam hiç konuşmadı, gözleri hâlâ oğlanın yüzündeydi. Bir süre sonra genç adam gözlerini açtı. İlk sözü, haykırışla karışık bir soruydu:

— Neden haber vermedin? Neden?

Adamın sesi çatallandı. Gözleri, yıllar sonra ilk kez buğulandı.

— Annen seni defalarca aradı. Durumunu anlattı. “Çok meşgulüm anne, sonra uğrarım” dedin. “İşlerim çok yoğun” dedin. Sonra hiç aramadın bile… Kadıncağız yataklara düştü, nefes almak bile zordu artık. Ve o hâliyle bile seni bekledi. Bir gece, hastane odasında, gözleri kapıya çevrilmişken bana dedi ki: “Oğluma haber verme. Gelip de vicdanı kanamasın. Sessizce göm beni buraya.”

Genç adam gözyaşlarını tutamıyordu. Bir çocuk gibi, bastırılmış bir ağlamayla titredi.

Adam ayağa kalktı, mezarların arasında yürümeye başladı. Genç adam peşinden gitti. Sessizce bir mezarın başında durdular. Yeni kazılmış, henüz oturmamış toprak, başında küçük bir tahta.

A Gözleri Gözleri dam eğildi, toprağı okşar gibi bir hareket yaptı. Sonra kalktı, başını kaldırdı:

— İşte burası. Annenin seni beklediği son yer. Sağlığında gelemedin... Bari şimdi dua et.

Fatihasını okudu. Gözleri doluydu ama ağlamıyordu. Gözyaşı bile kıyamamıştı ona, içe akıyordu. Sonra döndü, sessizce uzaklaştı. Mezarlık kapısından çıkarken başını çevirip son kez baktı:

- Evlat yetiştir… sonra mezarının başında elleri cebinde, ne yapacağını bilmeden dikilip dursun. 

Gözleri karardı,ellerini cebinden çıkardı, dizlerinin üzerine çöktü. Ellerini yavaşça kaldırdı.

Sonra, belki de ilk defa, kısık bir sesle,

— Affet anne, dedi.

O kelimeler, gökyüzüne ulaşır mı bilinmez... Ama o gün, mezar taşına düşen yağmur ilk kez gökten değil, bir evlâdın gözünden süzüldü.


Kamil Erbil


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AYAKKABI BOYACISI

Tadı Kalmadı

OTUR.. SIFIR...