BİR ZAMANLAR KÖYDE
Okullar tatil olduktan bir kaç gün
sonra rahmetli annemin ablasının oturduğu ,her bahçesinden akarsuyun aktığı o
köye gider,yazın ensıcak zamanlarında bir buçuk iki ay orada hem koca bir yılın
yorgunluğunu atmaya çalışır hemde teyzemlere tarla ve bahçe işlerinde yardım
ederdim.
Teyzemin evi köyün hemen kenarında
bayırın eteğinden geçen derenin altındaydı. Bahçenin üstünden dere geçerdi.
Bodrum üzerine iki katlı bir evdi. Bodrumun üzerinde örme bez parçalarından
renk renk dokunmuş kilimle örtülü büyükçe bir sofa,sofanın duvarlarının
kenarlarında yer minderleri serili idi. Sofanın önü tahta bölmelerle kapanmıştı
ama bahçe rahatlıkla görülebiliyordu. Sofaya girişte sol tarafta bahçeye bakan
mutfak,mutfağın hemen kuzey kısmında arka bahçeye bakan bir oda,o odanın
doğusunda sofanın ise kuzey doğusunda bir başka oda vardı. Sofanın en sağında
ikinci kata çıkmak için tahta merdivenler vardı. İkinci katda ön tarafta bütün
köyü görebilen geniş bir sofa vardı. Sofanın arkasýnda kuzey tarafýnda ise tek
bir oda vardý.Bu oda evin yanýndan geçen dereyle ayný hizada idi. Bu odanın
camından bakınca yukarıda bahçeden,şırıldayarak akan derenin o senfonik
şırıltısıyla bülbüllerin şakıması dinlenirdi.
Mutfakta bulunan ocaklıkta odun ateşiyle
toprak tencerelerde yemek pişirirlerdi. Hele teyzem bir kuru fasulye yapardı ki
yerken ellerini yerdi insan. Topraktan yapılmış 20-30 santimlik kırmızı bir
çömlek vardı.
Bu çömleğe kuru
fasulyeyi,soğanı,biberi,yağı,bütün malzemeyi koyarlar,üzerinde o kırmızı top
top acı biberlerden bir kaç tane koyup çömleğin ağzını kapatırlar ve ocakta köz
haline gelmiş ateşin hemen kenarına koyardı. O kendi kendine pişer ve ne zaman
sofraya oturulacaksa o zaman çömleğin ağzı zevkle açılır ve..Tadına doyum
olmazdı,afiyet olsun!
Sabahları teyzem ineklerden saıdığı
sütleri yayık dedikleri ağaçtan yapılmış bir,birbuçuk metre yüksekliğinde alt
tarafı 30-
Geceleri yukarıdaki o tek odada yatardım.
Uykumu tutmazdı yoksa daha o zamanlardamı romantikmiydim ne,camı açar geçenin o
karanlığında her türlü kuşun , ağustos böceklerinin ötüşünü dinler,camın çok
yakınından şırıldayarak,gecenin o karanlığında ay ışığı ile parıldayan dereyi
seyrederdim... Uzaklardan duyulan köpek havlamaları geçeye ayrı bir renk
katardı. Bazen teyzem aşağıdan;oğlum gene camı açtın etrafı seyrediyorsun
galiba hadi yat artık, bak sabah erkenden kalacaksın derdi. Ama dinliyen
kim.Ben bazen gün ağarıncaya kadar tabiatı seyreder,dinlerdim. Bazende camın
önünde uyur kalırdım. Teyzem gelir beni yatırırmış ve üzerimi örter,camı
kapatırmış..Allah uzun ömür versin teyzeme inşallah.......
Ne kadar geç yatarsam yatayım ertesi
sabah güneş doğarken uyanırdım. Mis gibi taze çay,taze tereyağ,taze süt le
yapılmış kahvaltıdan sonra (allah rahmet eylesin) eniştem ahırdan eşeği çıkarır
eşeğin iki tarafına koca koca boş köfünleri bağlardı. Bende bu köfünlerin içine
biner sokaklarından akarsuyun aktığı köyün içindeki arnavut kaldırımlarda
merkebin çıkardığı dıgıdık ,dıgıdık larla bir ileri bir geri sallana sallana
tüm köylülerle birlikte tarlaya giderdik. Herkes sabahleyin tarlasına giderken
bir birleriye selamlaşır,hayırlýı işler dilerlerdi.
Tarlaya gelince eniştem beni köfünden
indirirdi. Teyzemin tek çocuğu vardı o da kızdı. Benden epey büyüktü.O beni sever
bende onu severdim. Tarlanın ortasına yakın bir yerde kocaman bir kiraz ağacı
vardı.
Eşekten bütün eşyaları o ağacın altına
indirirdik. Sonrada yeşil fasulye toplamak için birer boş teneke alır fasulye
sıralarının arasına girer fasulye toplardık. Fasulye yapraklarıda her
tarafımıza yapışıyordu. Teneke dolunca sıradan çıkar ağacın yanıdaki çuvala
boşaltır tekrar fasulye aralarına girer fasulye toplamaya başlardık. Bu toplama
işi en çok öğle bir veya ikiye kadar sürerdi. Çünki havanın sıcaklığından daha
fazla çalışılmazdı. Sonrada öğle yemeği koca kiraz ağacının altında hep
birlikte,teyzemin evde yapıpta gönderdiği veya getirdiği yemekler,yorgun
olmamıza rağmen neşeyle ve büyük bir iştahla yenirdi. Yemekten sonra çuvallara
doldurulan mahsüller eşeğin iki tarafına bağlanırdı. Eğer yer kalırsa bende
eşeğin semerinin üzerine oturur köye, mal almaya gelen tüccarların yanına gider
malları orada satardık. Bazende merkebin üstünde yer kalmazdı elimde sopa
merkebin arkasında deeeeh.. diye diye yürüyerek onu köye götürürdüm...Eniştem tüccara malı sattıktan sonra teyzem bana küçükte olsa bir harçlık
verirdi.İşin en tatlı yanı huydu galiba...
Evde biraz dinlenir ve teyzemin
kızının kocası olan küçük eniştemin çalıştırdığı,köy meydanındaki koskoca köy kahvesine
giderdim. Burada da akşam ezanına kadar garsonluk yapardım.. İlk dakikalar
utanır sesim çıkmazdı..Yarım saat sonra ise bahçenin en uzak köşesinden sesim
daha çok çıksın diye bir elimi ağzımın kenarına koyarak sesimin çıktığı kadar ,
- çaaaaaaay biiiiiiiiiiir...demliii
olsuuuuuun... diye bağırırdım.. Severdim herhalde böyle bağırmayı,yahutda aynı
yerde çalışan diğer garsona özentidenmi yapardım bunu bilmem....
Ama hoşuma giderdi.. Küçük eniştemde
mukalitdi,ben bağırdıkça bıyık altından hafif güler ve ocağın camından kafasını
çıkarır...
- Hazııııııııııııır... diye cevap
verirdi...
Akşam olunca garsonluk önlüğümü
çıkartır ocağa asardım. Eniştem bana demli bir çay yapardı. Çayımı yorgun
olmama rağmen zevkle içerdim.Teyzemin kocası büyük eniştemle evin yolunu
tutmadan önce küçük eniştemde cebime küçük te olsa bir bahşiş bırakırdı.
İnegöl’ün Cerrah köyü artık kasaba
oldu.Daha sonra defalarca gittiğim halde o çocukluk yıllarımın Cerrah’ından
aldığım zevki bulamadım. Bulmamda mümkün değildi galib.
.. Hey gidi günler hey...
Kamil Erbil
Yorumlar
Yorum Gönder