Bir Umut Kadar

 

"Bir Umut Kadar"

Servisteki işim bitmiş yemekhaneye inmek için asansöre ddoğru gidiyordum,

— Hocam!..
Dönüp baktığımda baş asistanımdı. Yanında biri kadın, biri erkek iki kişi vardı.

— Hocam, sizi sordular. İşimiz çok önemli diye ısrar edince, yemekhaneye indiğinizi servisten öğrendim. Alıp geldim.

Kadın, gözlük camından süzülen yaşları silerek yaklaştı. Ellerimi tuttu:

— Hocam, yardım edin. Lütfen yardım edin. Bizim çocuğumuz olmuyordu. On yıl sonra Allah nasip etti, bir oğlumuz oldu.
— Gözümüz gibi baktık ona...
— Annesi, anneannesinden başka kimseye bile bırakmazdı.
— İki yaşında...
— Bahçede oynarken köpeğin teki kolundan tuttuğu gibi götürmüş.
— El kadar yavruyu nasıl kıydı, bilemiyoruz.
— Oğlumun sağ kolunu omuzdan almışlar hocam...
— Dizinden aşağısı da yok.
— Bizim canımız da gitse razıyız ama oğlumuzu böyle görünce yıkıldık.
— Lütfen hocam, yardım edin!
— Hiçbir doktor bir şey yapamayız diyor, sizden umutluyuz...

Kadının sesi titriyordu. Adam sadece ağlıyordu. Kadıncağız kendisini tutamıyor, gözyaşlarına boğuluyordu. Onlara yer gösterip oturmalarını istedim. Gerekli notları aldıktan sonra:

— Ben gereken yerlere danışırım, elimden geleni yaparım, dedim.
— Size nasıl ulaşırız hocam?

Telefon numaramı verdim. Adam hiç konuşmamıştı. Kadın onu kolundan tuttu:

— Hadi çıkalım, hocamın yemeğini böldük.

Adam, tam kapıya yönelmişken döndü ve bana döndü:

— Hocam, Allah rızası için... Ben kolumu bacağımı veririm ama ne olur oğlumu kurtarın.

Çıkıp gittiler. Asansörde boğazım düğümlendi. Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Belli ki yürekleri yanıyordu. Hiçbir anne baba evladının başına böyle bir şey gelsin istemez.

Üstelik yardım aramaktan başka bir çareleri de kalmamıştı. Tek umut bendim. Ne yapılabilir, kimle konuşabilirim diye düşünmeye başladım.

Servisten çıkıp yemekhaneye giderken önüme çıkan o çaresiz bakışlar, günümün değil, belki de hayatımın rotasını değiştirecekti. Genç anne babanın gözlerinde hem yorgunluk hem de tükenmiş bir umut vardı. Kucaklarında sarıp sarmaladıkları o minik beden, hayata tutunmak için adeta çırpınıyordu. Göz göze geldiğimiz o an, içimde bir şeyler kıpırdadı. Belki elimden bir şey gelmezdi, ama denemeden bilemeyiz, değil mi?

Odama döndüm. Dosyaları açtım, raporları inceledim. Bu yaşta bir çocuğa uygun protez bulmak, onun vücudunun bu kadar ağır operasyonları kaldırması… Zordu. Ama imkânsız değildi. Gözümde canlanan tek şey vardı: O çocuğun bir gün kendi ayakları üzerinde durması.

Yurt dışındaki bir merkeze durumu anlattım. Onlar dosyayı isteyince hemen gönderdim. Beklemediğim kadar hızlı geri döndüler. Riskliydi, evet… Ama bir şans vardı. Bu bile yeterliydi. Aileye haber verdiğimde baba gözyaşları içinde elimi tuttu:

— Hocam… Allah sizden razı olsun. Siz olmasaydınız biz çoktan pes etmiştik…

O an bir karar verdim. Sosyal medyada bir kampanya başlattım. Basına durumu taşıdım. Kalbi güzel insanlar el uzattı. Kimi üç kuruşunu gönderdi, kimi dua etti, kimi sadece yayılmasına vesile oldu. Derken süreç başladı. Operasyonlar, tedaviler, rehabilitasyon...

Aylar sonra onu yeniden gördüğümde elim ayağım buz kesti. Ufak adımlarla, ama dimdik yürüyordu bana doğru. Gözlerinin içi gülüyordu. Annesi ağlıyordu. Babası kafasını eğmiş, bir köşede sessizce dua ediyordu.

O an anladım ki… Bazen bir hayat, sadece "bir umut kadar" uzaktadır.

Ve o umudu yaşatmak da bizim elimizdedir.

Kamil Erbil

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AYAKKABI BOYACISI

Tadı Kalmadı

OTUR.. SIFIR...