Göl ve Mehtap
Uzun kış gecelerinde karı-koca, deniz kenarında çadır kurup şehrin gürültüsünden uzakta, tabiatın kucağında baş başa bir tatil geçirmeyi düşlemişlerdi.
Temmuz ayında izne ayrıldılar. Deniz kenarında, bir arkadaşlarının zeytinliğinin bulunduğu, etrafı çitlerle çevrili tarlanın denize sıfır olan yerinde çadırı kuracaklardı. Henüz iki yıllık evliydiler; çocukları yoktu. Arabalarından çadırı indirdiklerinde saat öğle üzeriydi. Adam, “Hadi canım, biraz dinlenelim. Bu öğle sıcağında kendimizi yeterince yorduk, bak sen de yoruldun, gel şöyle otur, Allah ne verdiyse bir şeyler yiyelim, ondan sonra çadırı kurarız” dedi. Kadın, “Başlamıştık, bitireydik” dedi. Adam, “Gel hayatım, gel hele bir dinlenelim. Bak sen de terledin, terlerin gömleğinin üstüne çıkmış” dedi. Kadın, “Senin gözünde iş sırasında bile bak nerelerde” diye adama takıldı. Adam, “Yalan mı hayatım? Baksana, terlerin vücudundan T-shirtüne kadar çıkmış” dedi. Kadın hınzırca gülerek, “Üzerimde T-shirtümden başka bir şey yok ki” dedi. “Bak, sen bana ayıp diyorsun ama sen de beni yoldan çıkarmak için elinden geleni yapıyorsun.” “Senin canın öyle istiyor” dedi kadın. Adam, “Nasıl benim canım istiyor hayatım, sen benim yerimde olsan ne yaparsın?” dedi. Kadın hınzırca gülerek, “Ne yapacağım, bir bakar bakar iç geçirsem de, boşver zamanı gelince derim” dedi.
“İyi, öyle olsun, ben de şimdi boşver diyeyim ama bakalım nereye kadar.” Kadın domatesleri doğruyor, adam da domatesleri, salatalıkları, biberleri yıkıyor, karısına veriyordu. Havanın sıcaklığı iyice bastırmış, her ikisi de terlemişti. Kadın bazen kocasına, “Hayatım, ellerim kirli. Şu yüzümün terlerini siler misin?” diyordu. Adam, eline aldığı havlu ile karısının yüzündeki terleri silerken, kadının elbiseleri üzerine çıkan terlerin kokusu adamın aklına olmadık şeyler getiriyor; bunu fark eden kadın da, “Hadi, şimdi zamanı değil, sabret hayatım, bak iş yapıyoruz. Aaaa, azgınlığın zamanı mı?” diyordu ama eşini baştan çıkarmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu.
Gün batımına doğru çadırın kurulması bitti. İçine eşyaları koydular. Her ikisi de çok yorulmuştu. Kadın, “Gel canım, şöyle biraz dinlenelim” dedi. Adam, “Elimdekileri içeriye bırakayım, geliyorum” dedi. Kadın, “Bırak hayatım, ben yaparım sonra. Gel sen, yeteri kadar yoruldun, gel şöyle yanıma otur da biraz dinlen” dedi. Adam, “Ben bıraksam kim yapacak canım? Ha sen yapmışsın, ha ben. Sen benden daha çok yoruldun” dedi. Kadın kalktı, adamın elindekileri aldı yere koydu ve adamın ellerini tuttu. “Gel tatlım, gel şöyle. Bak, sırılsıklam terlemişsin, gel şuraya yanıma” dedi kadın. Adam, ellerinden tutarak kadının çekerek götürdüğü yere oturdu ve sırt üstü uzandı. “Ohhhh, yorulmuşum” dedi. Kadın, yanında uzanan kocasına sevgi dolu bakışlarla baktı ve gayri ihtiyari kocasının üzerine eğilerek dudaklarına içten ve sevgi dolu bir öpücük kondurdu. “Yat canım, biraz dinlen, sonrasını sonra yaparız.”
Dalgaların kıyıdaki çakıl taşları üzerine vururken çıkardığı sesler, gecenin o muhteşem sessizliğine başka bir anlam katıyordu. Kadın ve adam, mayolarını giymişler; ayakları denizin içinde, bellerinden yukarısı ise kumların üzerindeydi. Dalgaların seslerini dinliyor, gökyüzündeki binlerce yıldızı seyrederken aynı zamanda da sohbet ediyorlardı. Adam, şöyle yattığı yerden karısına doğru yarım döndü. “Bu gün epey yorulduk” dedi. “Öyle oldu ama bu ana değdi galiba” dedi kadın. Kadın da hafif adamdan yana döndü ve “Senin azgınlığından neredeyse çadırı kuramıyacaktık. Bu gece açıkta, yıldızların altında sabahlayacaktık” dedi. Adam, “Sen yanımda olduktan sonra nerede olsa yatarım hayatım, yalnız sen yanımda ol yeter” dedi.
Gecenin o muhteşem dekoru içinde, dalgaların çıkardığı seslerle tabiatın kamçıladığı duygular, artık sanki bir zemebereğin boşalması gibi boşalıvermişti. Kadın, adamın yüzünü iki eliyle tuttu ve kendine doğru çekti. Başını hafif yattığı yerden kaldırıp adamın dudaklarına bir öpücük kondurdu. Adam, duygularını artık salıvermişti. Karısının davetine kayıtsız kalamayacağını anlamıştı. Karısının başını avuçlarının arasına aldı, uzun uzun dudaklarından öptü, öptü, öptü. Sanki zamanın bir yerinden, zamanın bir başka bölümüne birlikte geçtiler. Yorgunluktan bitap düşmüş olan bu iki vücut, sanki sihirli bir el değmişcesine kumların üzerinde hiç yorulmamışlar gibi uzun zaman tek vücut halinde kah yuvarlandılar, kah sanki bulundukları yerde kök salacakmış gibi durdular.
Etraftan çıt çıkmıyordu. Bütün tabiat susmuştu. Kendilerine geldiklerinde sadece başları suyun dışındaydı. Ne kadar bu vaziyette yattıklarını bilmiyorlardı. Bütün bedenlerini mutlu bir yorgunluk sarmıştı. Kadın hafif doğruldu, sevgiyle bakan kocasının yüzüne eğildi ve “Canım benim” diyerek bir öpücük kondurdu. Adamın ellerinden tuttu, kaldırdı. Gecenin o romantik ortamında üstlerinde mayoları olmadığı halde denizin içine doğru yürümeye başladılar.
Gökyüzünde ay, bu akşam sanki bir başka parlıyordu...
Kamil Erbil
 
Yorumlar
Yorum Gönder