Kayık ve Tüfek
Kayık ve
Tüfek
Göldeki
sabah, sisle kaplıydı. Sadece suyun hafif dalgalanmaları, kayıklarının kıyıya
vurduğu noktayı hatırlatıyordu. Bir olta, tüfek ve kayık... Başlangıçta her şey
basitti. Bizim için bir tür kaçıştı, yıllardır süren kargaşadan uzaklaşmak.
Ama kayıkla
çıktığımız her yolculukta, yüzleştiğimiz yalnızca göldeki su değildi. Aramızda,
yıllar önce çözülememiş bir öfke birikmişti. O tüfek, eski dostluklarımızın bir
hatırasıydı. Kimse bunu fark etmese de, o silah bir tehdit gibi aramızda
duruyordu.
Herkes,
başka bir hayatın izlerini taşıyor, herkes kendi duygusal yükünü kayığın içinde
saklıyordu. Benimle birlikte olan dostlarım, zamanla değişmişti. Hiçbirimiz
artık çocukluk arkadaşlarımız değildik. Birimizin gözleri, bir zamanlar
hayalini kurduğumuz hayatı kaybetmenin izlerini taşıyordu. Diğerininse, bu
hayatta neye tutunacağını bilmediği bir belirsizlik vardı.
Yavaşça
ilerledik, oltayı attık, ama bu balıklar hiçbir zaman kayıkta olmakla birlikte
tutunduğumuz şeylere benzemiyordu. Oltamız suya düştü, fakat her biri sanki
başka bir amaç için oradaydı. Bir anlık sessizlik içinde, aramızdaki
konuşmalarla kaybolan bir şeyi geri getirmek için tüfeği çevirdim.
Patladı. Bir
anda, kayık sarsıldı, nehrin suyu içeri girmeye başladı, ve hiçbirimiz ne olduğunu
anlamadan eski dostluklarımızdan geriye yalnızca kırık dökük bir arzu kaldı.
Suyun
gürültüsü, tüfeğin patlamasıyla bir an için birleşti. Kayık sarsıldıkça,
herkesin yüzünde aynı soru belirdi: "Ne yapıyoruz burada?" Duvarda
yankı yapan tek şey, suyun içeriye doğru sızmasıydı. Oltalar yere düştü, tüfek
baştan sona kaydı, ama kimse harekete geçmedi. Sanki her birimiz, kayığın
içinde hapsolmuş, kendi içsel çatışmalarımızla savaşan birer yabancıydık.
Kimse suyun
içine düşmek istemedi. Fakat o an, göletteki her dalga gibi, aramızdaki mesafe
de giderek büyüdü. Biri, kayığın ucunda hâlâ tüfeği tutuyordu, diğeri bir an
bile olsa gözlerini benden kaçırmadı. Sonunda, tek bir kelime söyledi: “Söyle,
hatırlıyor musun?” O sorunun yanıtı, hepimizin cevapsız bırakmak zorunda olduğu
bir soruydu. Kimse, yıllar önce olanları tam olarak hatırlamıyordu. Ancak, o
eski nehir kenarındaki gecenin anısı, sırtımızda ağırsı bir yük gibiydi.
Kayık daha
da sallandı, birinin ayağı kayıp düştü. Bu, bizi uyandıran bir sinyaldir. Her
birimiz yerinden kalktı, ama hareket etmek kolay değildi. Kayık, bir zamanlar
hızla ilerleyen bir araçken şimdi öylece sükûnetin içinde kalmış gibiydi.
Ancak, her bir hareketin bir diğerini tetiklediğini fark ettik: o tüfek, bir
zamanlar koruma sağlarken, şimdi bizi birbirimize daha da uzaklaştırıyordu.
“Dönmeliyiz,”
dedim. Ama dönebilmek için ne kadar geriye gitmek gerekiyordu? Sadece sular
değil, geçmiş de her an içeriye sızıyordu. O tüfek, artık sadece bir tehdit
değil, aynı zamanda kaybolmuş dostlukların bir hatırlatıcısıydı.
Bir süre
sessizlik vardı. Su kayıkla birlikte hareket etmeye devam etti. Fakat suya
düşen her damla, bizden bir şeyler aldı. Kırık dostlukları, hatırladıkça
yerlerine koymaya çalıştık. Fakat, bazen insanlar kaybolur, ve biz onları ararken,
geriye dönülmesi gereken çok şey kalır.
Geri döndük,
ama hiçbir şey eskisi gibi değildi.
Kamil Erbil
 
Yorumlar
Yorum Gönder