Kırık Yular
Kırık Yular
Sonbaharın sarıya çalan sabahlarından biriydi. Rüzgâr, kurumuş yaprakları
savuruyor, uzaklardan bir çan sesi duyuluyordu. Hasan, o sabah da erkenden
kalkmış, dağ yoluna koyulmuştu. Her zamanki gibi elinde çapası, omzunda
yılların yorgunluğuyla yürüyordu. Ne karısı kalmıştı yanında, ne de köyde
tutunacak bir dalı. Yalnızca ara sıra yaptığı odun işleri ve kimseye
söylemediği uzun yürüyüşleri vardı.
Bir tepenin ardında, küçük bir açıklıkta otlayan iki hayvan gördü. Biri
gövdesi uzun, biraz cılız bir eşekti. Diğeri ise başı dik, yelesi rüzgârda
dalgalanan bir attı. Ne yuları vardı üzerlerinde, ne de bir semer. Sanki
özgürlük diye bir şeyin tadını çıkarıyorlardı; ya da terk edilmişliğin...
Hasan sessizce yaklaştı. Eşek, bir an başını kaldırıp ona baktı, sonra tekrar
eğilip otlamaya devam etti. At ise ürkmedi bile. Sanki "sen de bizim
gibisin" der gibi bakıyordu. Hasan yere çömeldi. Uzun uzun baktı onlara.
Sonra kendi kendine mırıldandı:
— Kim bırakır sizi böyle? İnsan nasıl terk eder bir dosta benzeyen şu
gözleri?
Biraz daha oturdu. Elini uzatıp atın alnını okşadı. At bir adım geri
çekildi, ama sonra durdu. Eşek yanına geldi, Hasan’ın cebine burnunu sokmaya
çalıştı. Birkaç kuru ekmek kırıntısı buldu, memnuniyetle çiğnedi.
— Size sahip çıkan yok mu? dedi Hasan.
— Belki biri sizi almaya gelecek… Ama o biri ben olmayacağım. Çünkü ben bile
kendimi taşıyamıyorum.
Tam kalkacakken bir ses duydu. Bir çocuk sesi:
— Dede! Atla eşeği mi buldun sen?
Arkasına döndü. Yokuşun ucunda köyün yetimlerinden Ali vardı. Koşarak
geldi, nefes nefese.
— Dün akşamdan beri kayıptılar. Babamın emaneti demişti annem. Ağladı bütün
gece.
Hasan, başını salladı.
— Sahipleri belliymiş meğer. Kaybolmuşlar sadece...
Çocuğun gözleri ışıldadı. Atın yularını tuttu, eşeğin boynuna sarıldı.
— Sağ ol dede!
Hasan bir şey demedi. Sadece gülümsedi. Yavaşça arkasını döndü, bastonunu
yere vurdu. Giderken kendi kendine fısıldadı:
— Bazen insan, bir atı ve eşeği bulduğunda kendini de bulur.
Kamil Erbil
Yorumlar
Yorum Gönder