Sessizliğin Kıyısında
Sessizliğin Kıyısında
Sonbaharın serinliğinde sararan yapraklar, kabristanın taş döşeli patikalarına usulca düşüyor, rüzgârla birlikte hışırtılı bir şarkıya karışıyordu. Adam, her zamanki gibi kabristana erken gelmişti. Aracını girişe yakın bir ağacın altına bırakmış, yanına yalnızca çepini, bir şişe suyu ve cebinde mendilini almıştı. Sessizlik, onun için bir alışkanlığa dönüşmüş, zamanla arkadaş olmuştu.
Mezarların arasından geçerken, ayaklarının altındaki yapraklar eziliyor, hüzünle karışık bir tat bırakıyordu geride. Adımlarını ağır ağır attı. Ne hızlı yürümeye ne de düşüncelerini susturmaya niyeti vardı.
Vardığında, mezarın çevresi yer yer otlarla kaplanmıştı. Çepini yere bıraktı, dizlerinin üzerine çöktü. Usulca, dikkatle başladı çalışmaya. Otları tek tek temizledi, toprağı eliyle düzeltti. Bazı yerlerde toprağın sıkıştığını fark etti; avuçlarına alıp ufaladı, yeniden serdi. Uzun süre eğilerek çalışınca beli ağrımaya başladı. Elini beline koyarak doğruldu, alnındaki teri mendiliyle sildi.
“Yorulmuşum yine,” dedi kendi kendine, yorgun bir tebessümle. Ellerini beline koydu, gözlerini göğe kaldırdı. Derin bir nefes aldı. Sonra, tanıdık bir ses yankılandı arkasından.
“Merhaba abi, hoş geldin.”
Başını çevirdi. Kabristan bekçisiydi bu. Her zamanki tebessümüyle yaklaşmıştı.
“Hoş bulduk,” dedi adam. “Nasılsın?”
“İyiyim abi, sağ ol. Sen nasılsın?”
Adam cevap vermeden önce bir mezar gözüne ilişti. Henüz taze, toprağı yeni kazılmıştı. Birden gözleri büyüdü, yüzü soldu. “Kim bu?” diye sordu heyecanla.
Bekçi, bir an duraksadı. Sonra yavaşça, “Abi... Hani vardı ya... Senin gibi sık sık gelen bir hanım. Sessizce gelir giderdi. Dün defnettik,” dedi.
Adamın dizlerinin bağı çözüldü. İçinde bir şeyler koptu. Gözleri karardı, sendeledi. Bekçi hızla koluna girdi, onu tutarak yakındaki banka götürdü. Adam oturduğunda hâlâ kendine gelememişti.
“Abi, şu suyu iç,” dedi bekçi. Şişeyi uzattı. Adam birkaç yudum aldı, ama dudakları hâlâ titriyordu.
Bir süre sessiz kaldılar. Sonra adam, bakışlarını boşluğa dikerek fısıldadı:
“İyiyim… biraz oturursam geçer...”
Gözleri, karşısındaki yeni mezarda sabitlenmişti. Sanki o toprağın altına gömülen sadece bir dost değil, yıllar içinde birbirlerine tutundukları hatıralardı.
Adamın gözleri, karşısındaki taze toprağın üzerinde dolaştı. Mezar taşı henüz dikilmemişti. Ama orada yatanı kalbinin en sessiz köşesinden tanıyordu. Zihninde, yıllar öncesine ait silik bir görüntü beliriverdi.
O kadını ilk kez yine burada görmüştü. Mevsim yine sonbahardı. Aynı sararan yapraklar, aynı sessizlik… Kadın da onun gibi yalnızdı. Her gelişinde yanında küçük bir çiçek buketi getirir, hiç konuşmadan bir süre mezarın başında beklerdi. Ne dua okur, ne ağlardı. Sadece orada olurdu. Sessizliğiyle anlatırdı derdini.
İlk zamanlar birbirlerine selam bile vermemişlerdi. Ama zamanla bir göz teması, sonra kısa bir baş selamı doğmuştu aralarında. Sonraları birkaç kelimeyle başlayan cümleler, yıllar içinde suskun dostluğa dönüşmüştü. Hiçbir zaman fazlası olmamıştı. Ama her ikisi de, ötekinin orada olmasının yükünü hafiflettiğini bilir, söylemeden anlarlardı.
Birbirlerine geçmişlerini anlatmamışlardı. Ama adam, kadının gözlerinde bir kaybın ağırlığını, içinden hiç çıkmayan bir vedanın izlerini okumuştu. Belki bir evlat, belki bir eş… Sormamıştı. Kadın da ona hiçbir şey sormamıştı. Sessizce otururlar, sonra herkes kendi mezarına dönerdi.
Şimdi o sessizlik, toprağa karışmıştı.
Bekçi yanına oturdu. “Abi, hasta olduğunu duymuştum. Kimsesi yoktu. Belediyenin aracıyla getirdiler. Cenazesinde de pek kimse yoktu. İki kadın geldi sadece… biri uzak bir akrabasıymış, diğeri komşusu…”
Adam başını eğdi. Ellerini yüzüne kapadı. Yıllardır alıştığı kabristan sessizliği bu kez daha ağır geldi. Sanki toprak da içine çekmişti onu.
Birden yerinden kalktı. Yavaşça yeni mezarın başına yürüdü. Çömeldi. Ellerini toprağa koydu, usulca düzeltti. Sonra cebinden mendilini çıkardı, taşın geleceği yeri temizledi.
“Bir başına gitti… ama yalnız değildi,” dedi, kısık bir sesle.
Sonra çepini alıp mezarın etrafındaki taşları düzeltti. Aynı özeni gösterdi. Bekçi sessizce izliyordu onu, bir şey demedi. O an, sessizlik yine konuşuyordu.
İşini bitirince ayağa kalktı. Elini toprağa sürdü, başıyla selamladı. Ardından kendi mezarına döndü. Orada biraz daha oturdu. Yüzünde, geçmişin hüznüyle karışık, kabullenmiş bir dinginlik vardı artık.
Vedalaşırken bekçiye döndü.
“Artık bir eksik var burada,” dedi.
Bekçi başını eğdi. “Ama abi, artık senin bir fazlan var… bir dua kadar yakın, bir sessizlik kadar tanıdık biri.”
Adam yürümeye başladı. Aracına binerken bir kez daha arkasına döndü. İki mezar… yan yana, sessizce bekliyordu. Rüzgâr hafifçe yaprakları savurdu, sonra hava duruldu.
Adam motoru çalıştırdı, yavaşça uzaklaştı. Ama kalbinin bir parçası, orada, o sessizliğin kıyısında kaldı.
Kamil Erbil
Yorumlar
Yorum Gönder