Vicdanın Sesi
Vicdanın Sesi
Akşamdan beri yağan kar, sabaha karşı hızını artırmıştı. Tüm köy bembeyaz
bir örtüyle kaplanmıştı. Sabah ezanıyla uyanmıştım. O gün, cenaze namazı için
köy camiinde görevim vardı.
Kar hâlâ yağıyordu. Camiye vardığımda cemaat henüz toplanmamıştı. Görevli
imam rahatsız olduğu için yerine ben bakıyordum. Müezzin ile birlikte elimizden
geldiğince avluyu kardan temizledik. Soğuk, insanın içine işliyordu.
Cenaze vaktine doğru avlu yavaş yavaş dolmaya başladı. Cemaatin arasında,
yorganına sarınmış yaşlı bir adam dikkatimi çekti. O yaşta, o soğukta, neden
oradaydı?
Yanına gittim. Elinde bastonu, belinde kuşak, ayağında kara lastik.
Sarındığı yorganın altından terlikleri görünüyordu. Titreyen dudaklarıyla,
“Oğlumun cenazesi için geldim,” dedi.
Olduğum yerde kalakaldım.
Cübbemi çıkarıp omzuna örttüm. Müezzine işaret ettim, camiyi açmasını
söyledim. Yaşlı adamı sobanın başına oturttuk. Yüzü donmak üzereydi. Cenaze
namazını kıldık. Cenaze toprağa verild. Cemaat dağıldı.
İçimde bir sızı vardı. Diğer cenazeler gibi değildi bu. Bir babanın evlat
acısı, bir dehşetin sessizliği gibi çökmüştü içeriye.
Cemaatten kimse onunla ilgilenmemişti. Kimse, “Gel beraber dönelim,”
dememişti. Sanki herkes sadece kendi acısını taşıyordu.
Ben yanına oturdum. Gözlerimiz buluştu. Dalgın, titreyen bir sesle, “Ben
şimdi nasıl döneceğim evime?” dedi.
Bu bir soru değil, içe gömülmüş bir çığlıktı.
O gün bir evladı uğurladık. Ama en çok da, onun ardından bile yürüyemeyen
bir babanın sessizliğini içimde taşıdım.
Belki de bu yüzden, kabrinde bile mahzundur o baba.
Kamil Erbil
Yorumlar
Yorum Gönder