Buluşma Büfesi
Buluşma Büfesi
Bir gün, hem birlikte çalıştığımız hem de ailece görüştüğümüz bir arkadaşımın oğlu geldi bana. Sıkıntılıydı. Bir kızla internet üzerinden tanışmışlar. Daha hiç yüz yüze gelmemişler ama yazışmaları ilerlemiş. Sonunda bir parkta, havuz kenarındaki çay bahçesinde buluşmaya karar vermişler. Benden yardım istiyormuş.
“Gidersin, buluşacağınız yerde beklersin. Tanışırsınız, konuşursunuz,” dedim.
“Abi ben öyle istemiyorum,” dedi.
“Nasıl yani?”
“Kızı önceden uzaktan görmek istiyorum. Buluşmadan önce bir süre izleyeceğim. Cesaretimi toplayınca yanına gideceğim.”
Güldüm. “Film mi çeviriyorsun oğlum? Git konuş işte. Bu işin başka yolu yok.”
“Abi sen anlamıyorsun...” dedi mahçupça.
Durumu anladım. Kızdan çekiniyor, korkuyor biraz. Göz ucuyla görmek istiyor önce. Az düşündüm.
“Tamam,” dedim. “O parkın yakınlarında tanıdığım bir büfe var. Sahibine sorayım, seni orada kısa süreliğine çalıştırırsa olur.”
Telefon ettim, eski bir dostum çıktı telefona. Durumu anlattım. Gülerek, “Olur,” dedi. “Gelsin bakalım.”
Pazar günü, bizim genç heyecanla geldi. Beraber büfeye gittik. Büfe sahibi dostum bizi gülerek karşıladı.
“Bu delikanlı mı?” dedi.
“Evet,” dedim.
“Hadi bakalım, giysin önlüğü, tam bir çalışan olsun!”
İçeride başka çalışanlar da vardı. Bir delikanlı ve bir genç kız. Bizimki biraz afalladı ama bir yandan siparişlere yardım etmeye, diğer çalışanlarla kaynaşmaya çalıştı. Ne var ki gözü sürekli karşıdaki çay bahçesindeydi. Randevu saati yaklaştıkça tedirginliği artıyor, eli ayağına dolaşıyordu.
Diğer delikanlı takıldı:
“Gelmeyecek galiba seninki.”
Kız ise sessizce çalışıyor, olan biteni gözlemliyordu.
Saatler geçti, ne gelen vardı ne giden. Bizimki umutsuz. Sonunda dayanamayıp önügünü çıkardı, masanın altına bıraktı.
“Ben gidiyorum amca,” dedi sinirle ve büfenin kapısına yöneldi.
O sırada içerideki kız arkasından seslendi:
“Sen, kıza randevuya gelmedi diye kızıyorsun ama... sen kendin randevu yerine gittin mi ki?”
“Ben buradaydım ya! Gelseydi çıkıp gidecektim yanına. Geldi mi ki?” diye çıkıştı.
Bu kez diğer çocuk lafa karıştı:
“Gitmediysen, onu suçlamaya hakkın yok.”
Bir an sessizlik oldu. Bizimki boynu bükük kapıya yöneldi. Tam o sırada kız yine seslendi:
“Nereye gidiyorsun? Hadi, birlikte gidelim randevu yerine.”
Şaşkınlıkla döndü. Kız, elini uzattı. “Gel, düşeceksin neredeyse. Gir koluma, birlikte gidelim.”
Yavaş yavaş yürümeye başladılar.
Ben hâlâ olanları anlamaya çalışırken, büfe sahibi dostum kahkahalarla güldü.
“Sen bu oyunu biliyor muydun yoksa?” dedim.
“Tabii,” dedi gülerek. “Kız, senin gibi çok sevdiğim bir başka arkadaşımın kızı. O da tanışacağı kişiyi görmek istiyordu.”
Birer çay daha içtik. Olayın şaşkınlığını atlattığımda vedalaştım. Parktan çıkarken, çay bahçesinin önünden geçtim. İkisi masada oturmuş, sanki kırk yıllık dost gibi çaylarını yudumluyorlardı. Gülümsedim. Güneş, ardında kızıllık bırakarak batarken, kalbimde hoş bir hikâyenin sıcaklığıyla yürümeye devam ettim.
Kamil Erbil
Yorumlar
Yorum Gönder