Çırak
Çırak
1955-56 yılları... İlkokula
gidiyordum. Rahmetli annem yaz tatili başladığında benim elimden tutarak
mahalleden komşumuz olan berberin dükkanına götürdü. Ustamı mahallemizden
tanıyordyum. Eşi ile annemler gelir giderlerdi. Yani ailecek görüşürdük. “
Buyur usta çocuğumu getirdim sana emanet” dedi. Ustam “Gel bakalım delikanlı”
diyerek başımı okşayarak beni dükkanın içine aldı.
Burası
şehrin en iyi berber dükkanıydı. Kaymakamı,savcısı, hakimi velhasıl şehrin
bütün ileri gelenleri buraya tıraş olmıya gelirlerdi. Ustamın lakabı Karam’dı .
İlçede berber karam dediklerinde tanımayan yoktu. Ben elimde kağıtdan 30-35
santim uzunluğunda, bir santim genişliğinde kesilmiş gazete kağıtlarının 25- 30
santim uzunluğundaki bir sopa ucuna bağlanmış şekli olan yelpaze ile
koltuklarda tıraş olan kişilerin yüzüne konan veya konmaya çalışan sinekleri
kovalıyordum. Her ne hikmetse berber koltuğuna oturan kim olursa olsun uyur veya
uyuyormuş gibi yapardı. Hatta bazıları horlardı.
Sabahleyin
dükkana girerken gelen o koku çok hoşuma giderdi. Dükkanın duvarları kireç ve
Çivit’le badanalanırdı. O zamanlar öyle plastik badana boyaları pek yoktu.
Nalburlardan veya aktarlardan Çivit tableti alınır,bu sulu kireçle
karıştırılarak badana yapılırdı. Çivit koyu maviydi ama duruma göre içine su
katılarak uygun renge getirilirdi. Dükkan ustanın ailesi tarafından senede bir
kere Pazar günü badana yapılır,dükkanın içi temizlenir,camlar ise silinirdi.
Ağaç kısımlar ise yağlı boya ile boyanırdı. Biz her fırsat bulduğumuzda
müşterilerin koltuklarının önündeki aynaları,komidinlerin üzerindeki camları
gazete kağıtlarıyla silerdik. Koltukların önündeki komidinlerin camlarının
altında eski kağıt paralarla müşterilerin bazılarının resimleri bulunurdu. Bazı
müşteriler bu resimlere bakarak” Tanıyorum ,ne adamdı be” veya “Hey gidi hey
Allah rahmet eylesin toprak oldu” diye mırıldanırlardı.
O zamanlar nerde o caf caflı berber koltukları.
Koltuklar da dükkanın içindeki sandalyeler de ağaçtandı. Ağaçtan sandelyelerde
oturulurken ileri geri sallanıldığından zamanla sandalyeler ek yerlerinden
gevşer oturulunca sallanırdı.
Ek yerlerinden sallanan sandelyeler biz
çırakların hoşuna giderdi.Ama oturup ileri geri sallanmıya başlayınca çıkan
“gıcırt,gıcırt” seslerini duyan usta veya kalfalarımız bize doğru bakarak
“Doğru oturun” diye ikaz ederlerdi.
Ustadan başka iki kalfa daha vardı. Yani berber
dükkanı üç koltuklu idi. Ben den başka bir çırak daha vardı. Mektep
tatillerinde her aile çocuğunu sokakta boş gezmesin,yeri belli olsun veya bir
sanat öğrensin diye mutlaka bir esnafın
yanına çırak verirlerdi.
Neler
yapacağımızı,müşteriye nasıl davranacağımızı bize büyük kalfamız öğretmişti.
Müşteri tıraş olmaya geldiğinde müşterinin varsa
şapkası, paltosu,çeketi alınır askıya asılırdı.
Koltuklardan hangisi boşsa o koltuk müşterinin
rahatça oturabilmesi için biraz geriye çekilir,müşteri oturmadan önce koltuk az
ileri itilirdi. Saçmı sakalmı diye sorulurdu. Müşteri sanki orada karar
verecekmiş gibi biraz öne aynaya doğru eğilir,eliyle çenesini ve yüzünü şöyle
bir yoklar sanki kararsız kalmış gibi”Sakalda yapalım ustam” derdi.Bu hem saç
hem sakal tıraşı olacak anlamındaydı. Bazılarıda “sadece sakal” derdi. Eğer
müşteri saç sakal tıraşı olacaksa evvela saç tıraşı yapılırdı. Temiz beyaz bir
önlük müşterinin boynuna asılır,kılların boyundan içeri kaçmaması için sıkıca
bağlanırdı. Saçlar şöyle bir elle yoklanır ve müşterinin isteğine göre tarak ve
makasla başlardı kesilmeye. Makasın keserken çıkardığı seslerle , arada tarak
ve makastaki kılların dökülmesi için tarakla makasın bir birlerine ritmik
vuruşundan çıkan sesler müşterinin uykusunu getirirdi.
Saç tıraşı bittikten sonra yere dökülen saçları
kürek ve süpürge ile tozatmadan alır çöp kutusuna atardım. Ondan sonrada sakal
tıraşına başlanırdı.
Ben hemen porsolen den yapılmış tıraş kabını
kapar yandaki kahvenin ocaklığındaki sıcak suyun bulunduğu yedekten yarıya
kadar sıcak suyu doldurup koşarak gelirdim.O zamanlar şohbenler , su
ısıtıcıları yoktu. Sadece ilçenin pazarının olduğu günlerde pompalı ispirtolu
ocakta çaydanlık veya güğümle su ısıtılır sair günler de ise sıcak su ihtiyacı
yakındaki kahveden karşılanırdı.
Berber koltuğunun arkasındaki başlık müşterinin
başına göre ayarlanır,tıraş olurken müşteri başını buraya dayardı. Müşterinin
yüzü yanmasın diye gelen sıcak su ılıştırılırdı. Dolaptan en temiz havlu
çıkarılır, havlunun bir ucu sol tarafdan omzuna yakın yerden entarisinin
yakasının içine sıkıştırılır diğer ucu da sağ tarafa aynı şekilde
sıkıştırılırdı.
Tıraş fırçası ılık suya şöyle bir sokulur
çıkarılırken fırça kısmındaki damlıyacak sular tıraş kabının için sıklır, diğer
ele alınan Arko tıraş sabunu fırça ile fırçalanmaya başlanırdı. Fırçanın üzerine
iyice alınmış olan bol tıraş köpüğü müşterinin sakallarına sürülürdü. Fırça ile
yüz sabunlanırken fırça süren elin işaret parmağı ilede zaman zaman fırça ile
beraber sakalların üzerinde dolaştırılırdı. Böylece sakalların yumuşayıp tıraşa
hazır olup olmadığı anlaşılırdı.
Son bir kere daha fırçanın üzerindeki kalan
köpük yumuşak bir hareketle yüze dağıtılırdı. Fırça tıraş kabının yanına
konduktan sonra fırça tutan elde kalan tıraş köpükleri toplanır yüze sürülürdü.
Çoğu müşteri işte bu andan itibaren uyuklamaya
başlardı. Müşteri her ne kadar uyuklasada tıraş edenle muhabetinden de
vazgeçmezdi. Neler konuşlmazdı ki. Yörenin en yakası açılmadık dedikoduları,
hiç kimsenin haberi olmadığı olaylar en son baskı ile berber koltuğunda
anlatılırdı. Hele müşteride bu muhabete istekli ise duyulmadık dedikodular
varsa onlarda öğrenilirdi. Hem tıraş edilip hem de çene çalmak koltukta oturana
ninni gibi gelirdi. Hatta tıraş olurken horlayanı bile gördüm.
Öyle anlar olurduki, müşteriler sırf enson
dedikoduları öğrenmek için uğrar “Ne var ne yok usta?” diye sorardı. Eğer
dumanı tüten dedikodu varsa hem çay içilir hem sohbet edilirdi.
Osmanlı
zamanında berberlere çok önem verilirmiş. Herkes berber dükkanı açamazmış. Hele
gayrimüslimlere berber dükkanı açma izni verilmezmiş. Her ne hikmetse tıraş
için koltuğa otursun veya oturmasın yörenin en bilindik veya bilinmedik sırları
berber dükkanlarında konuşulduğundan gayri müslim berberlerin casusluk
yapacağından çekinilirmiş.
O zamanlar jilet takılı usturalar yoktu. Ustura
ele alınır, bir ucu aynanın yanındaki duvara tutturulmuş 25-30 santim
uzunluğunda bileme kayışının diğer ucundaki sapından tutulur , ustura bu kayışa
ileri geri sürtülerek keskinleştirilirdi. Usturanın bilendiği, koldaki birkaç
kılı kesmesi ile test edilirdi.Ondan sonra usturadan tıraş köpüklerinin
sileneceği takvim yaprağı büyüklüğündeki kağıt alınır tıraştan önce ustura bu
kağıda silindirdi. Ancak tıraşa başlamadan müşterinin gözü önünde ustura
mutlaka ispirto dolu bir şişenin içine daldırılır çıkarılırdı. Amaç usturada
bulunması muhtemel mikropların öldürülmesiydi.
Uyuklıyan
müşterinin başı hafifçe soldan sağa doğru çevrilirken müşteri gözlerini hafifçe
aralardı.
İlk önce tıraşın başlıyacağı favorilerin
yanındaki köpükler usturanın tersi ile alınır ve diğer elin avuç içine
silinirdi. Artık tıraş yapıldıkça köpükler usturadan el içine alınır, daha
sonrada buradan usturanın tersi ile alınarak kağıtlara aktarılırdı.
Tıraş bittikten sonra boyundaki havlu alınıp
tekrar boyuna asılır, enseden elle sıkıca tutulur ,müşteri öne doğru
eğiltilerek tıraş olan yüzü güzelce yıkanırdı. Tekrar geriye yaslandırılarak
yüzü temiz bir havlu ile silinir kurulanırdı. Kolonyayla yüz bir güzel
silindikten sonra koltuğun arkasına geçilir,iki kaşın arasından başlanarak iki
elin işaret ve orta parmakları birleştirilip, alından kaydırılarak her iki
yandanda şakaklara masaj yapılırdı. Masaj her iki kulağın arkasından kulak
altlarına, oradanda ensenin her iki tarafı iyice ovuşturularak bitirilirdi.
Tüpten sıkılan Arko krem yüze iyice yedirilir, ardından da metal kutu içindeki
pudra pamukla yüze sürüldükten sonra elle yüze yedirilirdi. Tekrar yüz havlu
ile silinirdi. Artık sıra saç taramaya gelmişti. Havlu boyundan alınır omuzlara
konurdu. Müşteri saç tıraşı olmuşsa tarağın dişleri arasına sıkıştırılan
pamukla ıslak saçlar şöyle bir taranırken saçlarda kalan saç parçaları
taraktaki pamuğa alınırdı. Islatılan saçlar her iki elle diplerinden iyice
karıştırılarak saç diplerine masaj yapılırdı. Ondan sonrada eğer saç larda
fazla su varsa havlu ile alınır ve saçlar müşterinin isteğine göre taranırdı.
Ustam müşterinin saçını taramaya başladığında ben tıraş köpüğünün silindiği
kağıtları toplar çöp kutusuna atardım.
Tıraş kabını alır içini temizler yerine
koyardım. Tıraşın bittiğini söylemek içinde havlu toplanırken “Sıhhatler olsun”
denirdi. Ben tıraş boyunca müşterinin diğer tarafında elimdeki yelpazeyi
sallıyarak sinekleri kovmakla meşgul olurdum. Tıraş bitince hemen müşterinin
varsa paltosunu,çeketini giymesi için tutardım. Giydikten sonrada omuzlarını ve
yakalarını elbise firçası ile şöyle bir firçalardım. Bende “Sıhhatler olsun”
derdim. “Sağ ol delikanlı” der demez elini cebine atar bir on kuruşu elime
sıkıştırırdı. İşte işin en iyi tarafı buydu.
Kırk
kuruş haftalık alırdım ama en az onun birkaç katı kadar da bahşişim olurdu.
Her haftalığımı aldığımda birkaç tane bisküvi
ile birkaç rahatlokum alır anneme getirirdim.
Birlikte lokumları bisküvilerin arasına
sıkıştırır gülerek yerdik.
Kamil ERBİL
Yorumlar
Yorum Gönder