NURİ DAYI
NURİ DAYI
Eskiden kışlar daha sert geçerdi,
değil mi? Soğuklar daha soğuk, karlar daha çok yağardı galiba. Köyde uzun kış
geceleri gerçekten başka olurdu sanki. Babam köy kahvesini çalıştırırdı. Kış
geceleri uzun olduğundan, akşam yemeğinden sonra yavaş yavaş kahve dolmaya
başlar; yatsı namazından sonra ise kahve hınca hınç dolardı.
Ben de kahvede babama yardımcı
olurdum. Kahvenin orta yerinde, saçtan yapılmış varil büyüklüğünde bir soba
bulunur, içine meşe odunları atılırdı. Odunların yanarken çıkardığı çatırdılar,
sobanın etrafındakileri adeta uykuya davet ederdi. Her gelen kahveye girer
girmez üzerindeki karları silkeler, sonra da sobanın yanında ayakta bir müddet
ısınırdı. Yaşlılar ise daha çok kızaran sobanın etrafında muhabbet ederlerdi.
Kahvenin karşılıklı iki duvarında,
yerden 50-60 santim yüksekte tahta sedir biçiminde oturma yerleri vardı. Bunun
önü ve diğer yerler tahta masalarla donatılmıştı. Masaların etrafına ise tahta
sandalyeler konulurdu. Sandalyelerin bacakları çaprazlama tel gerilip, teller
bükülerek sağlamlaştırılırdı. İçerisi sigara dumanından göz gözü görmez olunca,
kahvenin giriş kapısındaki ve ocanın arkasındaki pencereler açılır, dumanın
çıkması sağlanırdı.
Benim en çok dikkatimizi çeken Nuri
amca olurdu. Nuri amca, diğerlerine göre hali vakti yerinde olan, tüm köylü
tarafından sevilen ve sayılan biri idi. Çok iyi biriydi. Kahveden içeri
girdimi, herkese yüksek sesle selam verir, paltosunu kapının yanındaki çiviye
asar; ceketini omuzuna atar, yanan sobanın yanına tahta sandalyesini çekerdi.
Bir müddet ayakta durup, sobada ısınan ellerini sürterdi.
Isındıktan sonra hafifçe
sandalyesinden kalkar, sol ayağını altına alır, sandalyesine hafif çapraz
otururdu. Sağ ayağını ise, kıvrık olan sol ayağının dizinin üstüne, sağ
ayağının bileği gelecek şekilde koyardı. Hafifçe sola dönerek, sol dirseğini
sandalyeye dayar; yeleğinin üst iliğine takılı sarı gösterişli kösteğin
ucundaki Şimendifer marka cep saatini yakından izlerdi. Cep saati, yeleğinin
sağ cebine konardı; kösteği gösterişli ve hafif sarkardı.
Sağ eliyle, ceketinin cebinden
pırıl pırıl parlayan tütün tabakasını çıkarırdı. Tabakanın kapağı açıldığında,
kapağında bulunan sigara kağıtlarından birini alır; sol başparmağı ile işaret
parmağını birleştirerek ileri uzatır, arasına sigara kağıdını koyardı. Sağ
dizinin üzerindeki tabakadan aldığı tütünleri, sigara kağıdının üzerine
yeterince koyunca, tabakayı kapatıp ceketinin cebine bırakırdı. Sonra, sol ve
sağ ellerinin baş ve işaret parmaklarıyla tütün koyduğu sigara kağıdını
sıkışıncaya kadar sağa sola yuvarlar; sonunda da sigara ucunu diliyle ıslatıp
yapıştırırdı. Sigaranın iki ucunu da kıvırırdı, böylece tütün dökülmemiş
olurdu.
Cebinden çıkan kehribar ağızlığına
sigarasını takar; hiç eksik etmediği
benzinli muhtar çakmağı ile sigarasını yakar
ve derin bir nefes çeker, sigara dumanını kafasını hafifçe yukarı kaldırıp
üflerdi. Bu sırada biz hemen hazırladığımız kahvesini götürürdük. Kahveyi
kıvrık sağ dizinin üzerine koyar, sol elinin avucuyla kavradığı ağızlığındaki
sigarasını büyük bir zevkle çekerken, dışarı dumanı üflerdi. İşte o zaman,
dizinin üzerindeki kahve fincanını alır, iştahla bir yudum içer, tekrar dizinin
üstüne koyardı. O dizinin üstündeki kahve fincanının nasıl düşmediğini merak
ederdim. Muhabbeti pek tatlıydı.
Kahveyi götürdüğümüzde, “Bak
bakalım evlat, komşular ne içer?” derdi. Onun anlattıklarını, etrafındakiler
can kulağıyla dinlerlerdi. Onun olduğu masada veya toplulukta kimse elini
cebine atmaya cesaret etmezdi. Yaşı diğerlerine göre büyük olduğundan,
“Büyükler varken küçükler elini cebine atmaz!” derdi ve hesabı öderdi.
Bugün bu yaşta olmama rağmen, o
günlerin sigara dumanından göz gözü görmeyen o kerpiç büyük saç sobalı
kahvesini, Nuri amcayı ve gece boyu uzayıp giden muhabbetleri unutamam. O
günleri çok özlüyorum; yoksa çocukluğumu çok özlüyorum, bilmiyorum. Allah
hepsine gani gani rahmet eylesin...
Kamil ERBİL
Yorumlar
Yorum Gönder