Bir Zamanlar Sevdik

 


Bir Zamanlar Sevdik


Bazen ortamdan uzaklaşmak, kafamda dolaşan düşüncelerden kurtulmak ya da onları daha sağlıklı bir şekilde analiz edebilmek için yalnız kalmayı tercih ederim. Eskiden böyle zamanlarda dostlarla o eski meyhanelere giderdik. Giderdik dediğim de, öyle körkütük sarhoş olmak için değil... Birbirimize içimizi dökmek, ferahlamak hoşumuza giderdi. İçkiler bir bahaneydi; asıl mesele ruhumuzu hafifletmekti.

Şimdi de bazen arkadaşlarla içkili lokantalara gittiğimiz oluyor. Fakat ben uzun zamandır içki içmediğim için bir kola ya da gazozla eşlik ediyorum onlara. Bazen de "İçki içmiyorum, sigarayı da bıraktım, sizin masaya pek uygun düşmüyorum," desem de,

"Abi sensiz olmuyor. Sen bu masanın demirbaşısın. Otur, içme, sadece bizi dinle yeter," diyorlar.

Ben de kıramıyorum.


Dün akşama doğru, içimde bir sıkıntıyı atmak ve biraz değişik bir ortamda bulunmak isteğiyle, kimseye haber vermeden, zaman zaman gittiğim deniz kenarındaki o eski lokantaya yalnız gitmeye karar verdim. Arabaya atladım; ikindi çoktan geçmişti.

O bildik lokantanın önüne arabamı park ettim. Arabanın kapısını açınca sıcağın ağırlığını denizin serin kokusu bastırdı. İçime çektiğim hava, bedenimi hafifletti. Serin rüzgar eşliğinde, bir müddet denizin sonsuzluğuna, belki de tanıdık ya da tanımayı çok arzuladığım birini arar gibi baktım...


"Hoş geldin abi," dedi bir ses arkamdan.

Döndüğümde lokantanın sahibi, o eski dost, emektar lokantacı karşımdaydı.

"Hoş bulduk ustam. Nasılsın?" dedim.

"Sağ ol beyim, iyiyim. Sen nasılsın?"

"Ben de iyiyim... Şöyle bir kafamı dinlemek istedim," dedim.

"İyi etmişsin. Bazen yalnız kalmak gerekiyor abi," dedi gülümseyerek.

"Masayı dışarıya mı, içeriye mi hazırlayayım?"

"Sakin bir yer olsun," dedim.

"İçki içmezsin zaten," dedi.

"İçmem," dedim.

"Sen otur, denize bak, ben masanı hazırlayayım," dedi.


Akşamüstünün o sihirli saatlerinde, deniz kıyısında dalgalar çakıl taşlarına vuruyor, hışırtılar çıkarıyordu. Güneş, denizin üzerinde sarı, kırmızı ve beyazın karışımından oluşmuş şahane bir yol açmıştı. Sanki o an bambaşka bir alemdeydim. İki kişi yan yana duruyormuşuz gibi hissettim... Yanıma baktım; hâlâ tek başımaydım. Bu acı gerçekle yüzleşmek biraz canımı acıttı.

Ellerim cebimde, ıslak kumlarda ne kadar yürüdüğümü hatırlamıyorum. Lokantaya döndüğümde ışıklar yanmaya başlamış, masalar yavaş yavaş doluyordu. Burası hem nezih hem de huzurlu bir yerdi. Herkes birbirine saygılı davranırdı.

Masamı lokantacı dostum deniz kenarında sakin bir yere kurmuştu. Oturdum. Rahatsızlık vermeden etrafı seyretmeye başladım.


Garson geldi:

"Abi, masanı ustam donatmış ama neyle başlamak istersin?"

"Alabalığınız vardır herhalde?" dedim.

"Var abi."

"Hadi bir alabalık getir," dedim.

"Tamam abi."


Kola bardağıma döküldü, bir parça ekmek koparıp salatanın yağına bandırdım, sarı bir zeytin aldım. Sandalyeme yaslanıp hem denizi hem de insanları izlemeye başladım.

Kayıkların motor sesleri zaman zaman gecenin o sessiz, büyülü örtüsünü delse de, ortam tekrar sihrine bürünüyordu.

İçimde hüzünle dolu bir huzur vardı.


Yan masamda iki arkadaş sessizce dertleşiyordu. Sözleri, dalgalarla birlikte kulağıma fısıldanıyordu.


"Yahu dostum, kadına öyle bir tutuldum ki, sorma gitsin," dedi biri.

"Kadın bir karşılık verdi mi sana?" diye sordu öteki.

"İlk başta sadece bakıştık. Sonra birkaç yerde tesadüfen karşılaştık. Ben dikkatini çekmeye çalışıyordum, o ise ilgisiz gibi davranıyordu. Bu hali beni daha da çekti. Sonra bir gün, uzun uğraşlardan sonra, sadece bir 'merhaba' alabildim.

Zamanla buluşmaya başladık, ama yanlış bir şey yapmadan, kibarca...

Derken bir gün buluştuğumuzda, 'Ben tayin oldum,' dedi. 'Bu belki de son görüşmemiz.'

O an dünya başıma yıkıldı."


"Ee, sonra?"


"Toparlandım. 'Madem öyle istiyorsun, peki,' dedim.

Şaşırdı.

'Ama sen böyle kolay mı vazgeçiyorsun?' dedi.

'Ne bekliyordun ki?' dedim. 'O kadar peşimden koştun, şimdi böyle mi bırakıyorsun?'

Ağlamaya başladı.

Ben de içim kan ağlasa da dik durdum. 'Madem böyle istiyorsun, git. Bir daha da arama,' dedim."


"Helal olsun," dedi arkadaşı.


Adam gözlerini denize dikmişti. Yakamozların arasında kaybolmuş bir yüz arıyor gibiydi. Oysa dudaklarından sadece şu cümle döküldü:


"Hadi, şerefe..."


İki dost, kaldırdıkları kadehleri sessizce tokuşturdu.

Bense elimdeki kola bardağına bakıp usulca fısıldadım:

Bir zamanlar bizde sevdik.


Kamil Erbil

---





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AYAKKABI BOYACISI

Tadı Kalmadı

OTUR.. SIFIR...