Bir Ekmek Bir Umut
Bir Ekmek Bir Umut
Akşamın alacalı ışıkları marketin camlarına vuruyordu. Cemil, küçük oğlu
Emir’in elinden tutmuş, rafların arasında dolaşıyordu.
Ekmek, süt, bir paket makarna… Liste kısaydı, ama ihtiyaçlar uzundu. Emir,
renkli kalemler ve küçük bir çikolata görünce heyecanla babasının gözlerine
baktı. Cemil önce tereddüt etti, sonra gülümsedi:
"Al bakalım, bugün senin günün."
Kasaya geldiklerinde Cemil cüzdanını açtı. Bozuk paraları sayarken alnında
ince bir ter damladı. Para yetmiyordu.
Kasiyerin sabırsız bakışları, arkada biriken müşterilerin sessiz homurtuları
arasında Cemil, sepete uzandı.
"Şey... Kalemleri çıkaralım. Çikolatayı da..."
Sesi çatallandı.
Emir sessizce başını eğdi. Çocuk kalbinin kırıldığı o anı Cemil gözlerinden
okudu.
Kalan birkaç temel gıda ürünüyle marketten çıktılar.
Dışarının soğuk havası Cemil’in yüzüne çarptı ama içindeki burukluk çok daha
derindi.
Oğlunun küçücük elleri avucunun içinde titrerken, Cemil kendi kendine yemin
etti:
"Bu böyle gitmeyecek. Ne olursa olsun, bir şeyler yapacağım."
O gece evde herkes uyuduktan sonra Cemil mutfak masasının başına oturdu.
Önündeki deftere maaşını ve giderleri yazdı. Rakamlar birbirini yemiyordu.
İçindeki sessiz isyan büyüyordu.
Memur maaşı yetmiyordu.
Cemil kararını verdi: Geceleri dolmuş şoförlüğü yapacaktı.
Riskliydi, memurlara ek iş yasaktı. Yakalanırsa memuriyetini kaybederdi. Ama
oğlunun kırık bakışları gözlerinin önünden gitmiyordu.
İlk geceler heyecanla geçti. Yorgundu ama umutluydu.
Yolcular, korna sesleri, dar sokaklar arasında dolmuşu sürerken hayaller
kuruyordu:
"Emir için yeni bir mont... Ayşe için güzel bir çiçek..."
Fakat işler her zaman yolunda gitmedi.
Bir gece, dolmuşuna binen sarhoş bir adam hakaretler savurdu. Cemil sabırla
sustu.
Bir başka gece üç genç dolmuş parasını vermemekte direndi, tartışma büyüdü.
Cemil kalbinin deli gibi attığını hissetti.
Bir gün de, gece vardiyasının ardından gündüz daireye gittiğinde, masasında
uyuyakaldı.
Amiri kaşlarını çatmış bir şekilde uyardı:
"Kendine çeki düzen ver Cemil. Böyle devam ederse sonu kötü
olur."
Yine de Cemil pes etmedi.
Her gece direksiyonun başında, sabaha karşı evine dönerken yorgunluktan gözleri
kapanacak gibi olurdu.
Ama Emir’in sabahları boynuna sarılması her şeye değerdi.
Ta ki bir gece kalbinde keskin bir ağrıyla dolmuşu kenara çekene kadar.
Göğsünü bastırarak zorla eve geldi.
Sabah hastaneye kaldırıldığında Ayşe yanında ağlıyordu."Sana ihtiyacımız
var Cemil... Eşyaya, paraya değil... Sana..."
O an Cemil’in içinde bir perde yırtıldı.
Savaşmak güzeldi, ama yıkılacak kadar değil.
Oğlunun elini tuttuğunda, hayatındaki en büyük gerçekliği hissetti:
"Ben varsam, her şey mümkün."
Cemil, dolmuşu bıraktı.
Birikmiş parasıyla küçük bir simit arabası kiraladı.
Sabah erkenden kalkıyor, kendi pişirdiği poğaçaları mahalle meydanında satıyordu.
Gelir yine azdı, ama yüzünde huzurlu bir yorgunluk vardı.
Bir gün Emir okuldan bir ödev getirdi:
"En Sevdiğim Kahraman" konulu bir yazı.
Emir şöyle yazmıştı:
"Babam her gün çok çalışıyor. Yoruluyor ama asla vazgeçmiyor. Çünkü
babam, bizim kahramanımız."
Cemil satırları okurken gözleri doldu.
İçinden şükretti.
Çünkü anlamıştı:
Gerçek zenginlik, oğlunun gözlerinde kendini görebilmekti.
Ve o gün, güneş gökyüzünde daha parlak, hava daha sıcak, hayat daha umutlu
geldi Cemil’e.
Kamil Erbil
Yorumlar
Yorum Gönder