Koğuşun kapısı gıcırdayarak açıldı.

 Koğuşun kapısı gıcırdayarak açıldı.

 Gardiyan omzuma dokundu, “Gir içeri,” dedi. İçeri adımımı atar atmaz bütün başlar bana döndü.

 “Ee ne oldu lan, anlatsana!” diye atıldı İdris.

 “Geçmiş olsun abi,” dedi Çakır, çay kaşığını metal bardağa vurarak.

 Ranzaların üstünden sesler geldi:

 “Söylesene be adam, meraktan çatlatma!”

Ben hiç cevap vermedim. Doğruca çay ocağına yürüyüp sandalyeye oturdum.

 “Bir çay ver Çakır,” dedim.

 Çay önümde dumanı tüterken yan taraftan sigara uzatıldı. Derin bir nefes çektim, gözlerim etrafta gezindi.

“Haydi, söyle artık,” dedi biri.

 Çaydan bir yudum aldım, dumanı havaya bıraktım.

 “Müebbet verdiler…” dedim.

 Bir uğultu koptu.

 “…ama iyi halden 26 sene yedim.”

Koğuş sessizleşti. Sadece kaloriferin tıslaması duyuluyordu.

 “Allah kurtarsın,” diyenler oldu.

 Çakır masaya yaslanıp, “Üzülme abi, bu da geçer,” dedi.

 Başımı kaldırıp ona baktım.

 “Geçer…” dedim kısık sesle, “ama delerde geçer be Çakır.”

Babam, on üç yaşımdayken bir akşam ansızın kalp krizinden öldüğünde hayatım altüst olmuştu. Annem, ablam ve ben kalmıştık geriye. Dedem yanımızda yaşamasa da gölgesi hep üzerimizdeydi. Babam bize birkaç dükkan, üç daire ve bir araba bırakmıştı. Tek erkek çocuk olmanın şımarıklığıyla büyümüştüm.

O dükkânları iş kuracağım diye sattım, evlerin ikisini de elden çıkardım. Hiçbir iş tutmadı: telefoncu açtım battım, nakliye denedim olmadı. Evlenmek için eldeki son evleri de sattım. İşim yoktu; annemin dul maaşıyla ayakta durmaya çalışıyorduk. Sonunda ablam da çalışmaya başladı. Derken evlendi ama onun kocası da benim gibi iş sevmezdi, boşandılar. Ablam küçük kızıyla Avrupa’ya gitti.

Annem genç yaşta dul kalmıştı. Yıllarca istemedi, sonra bir gün bana evlenmek istediğini söyledi. Öfkeyle bağırıp çağırdım ama sonunda pes ettim. Komşu ilçeye gelin gitti. O gece, babamdan kalan maaşının kartını zorla elinden aldım. Paralar bana yattı. Öğrendiğinde üvey babam telefon açıp “Ya kartı getir ya da yasal işlem” dedi. Geri verdim ama parayı çoktan yemiştim. O gün bugündür aramız bozuldu.

Bir süre ablamın evinde oturdum. O da satmaya kalkınca para  karşılığı evden çıkacağıma dair noter kağıdı imzaladım. Parayı aldım ama çıkmadım. Sonunda avukat ihtar çekti. Çaresiz, dedemin yanına taşındım. Onun maaşıyla idare ediyorduk. Aldığım parayla bir araba almıştım, o da elimde kalınca iyice bataklığa gömüldüm.

Borçlar büyüyordu, işte tutunamıyordum. O günlerden birinde babamın zamanında anneme aldığı hisseli arsa aklıma geldi. Annemden istemeye gittim. Soğuk bir geceydi. Kapıyı annem açtı, balkona çıktık. Konuşuyorduk ki üvey babam pencereden görüp bağırdı:

 “Ben sana bu eve gelme demedim mi? Çık dışarı!”

Sözler büyüdü. Ben cebimdeki emaneti, tabancayı çıkardım. Maksadım korkutmaktı. Annem araya girdi. Üvey babam tabancayı elimden almaya çalıştı. Boğuşma sırasında üç el birden patladı.

O an annem de, üvey babam da yere düştü. İkisi de öldü. Anne katili olmuştum.


“Çayını tazeleyeceğim mi abi?” dedi Çakır, bardakları toplarken.

 Ayağa kalktım, koğuşa şöyle bir göz gezdirdim. Sonra ranzama yürüyüp kendimi sırtüstü bıraktım. Ellerimi başımın altına koyup gözlerimi kapadım.

İçimden kendi kendime fısıldadım:

 “Kendin ettin, kendin buldun. Allah kurtarsın oğlum seni… Allah kurtarsın.”

Kamil Erbil

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AYAKKABI BOYACISI

OTUR.. SIFIR...

Tadı Kalmadı