Baba ve Oğlu
BABA VE OĞLU
Babası tarafından iki seçenek sunulan bir meslek lisesi mezunu, bir fabrikada çalışmak yerine kendi atölyesini açmayı seçti. Babası bu isteğine saygı duyarak, dükkanı kiraladı, içindeki tüm demirbaşları ve malzemeleri temin ederek oğluna teslim etti. Ancak, oğlu ticarete yatkın olmadığı için işleri iyi gitmedi ve müşteriyle diyalog kurmakta zorlandı.
Oğlu evlendiğinde, babası ona maddi olarak destek olmaya devam etti. Dükkan kirası, vergiler ve sigorta gibi masraflar dahil, oğlu denkleştiremediği her şeyi kendi cebinden ödüyordu. Hatta yeni evlenen oğlunun ev kirası, su, elektrik, telefon ve ısınma masraflarını bile üstlendi. İki yıl sonra bir torunu olunca, bu masraflara torunun masrafları da eklendi. Oğlu yeterince kazanamasa da, babası aile içinde bir rezillik yaşanmaması için sesini çıkarmıyordu.
Bir süre sonra annesi kansere yakalandı ve vefat etti. Bu süreçte babası, durumunun iyi olduğunu ancak yarının belirsiz olduğunu belirterek oğluna bir fabrikada işe girmesini teklif etti. Oğlu, kolayına geldiği için bu duruma çok kızdı ancak istemeyerek de olsa dükkanını kapatarak babasının bulduğu fabrikada işe başladı. Annesinin vefatından üç yıl sonra babası, oğlunun da rızasını alarak yeniden evlendi.
Zamanla babası, oğluna yaptığı masraflar nedeniyle maddi olarak zorlanmaya başladığı için para musluğunu yavaş yavaş kapattı. Ancak babasından sürekli yardım almaya alışmış olan oğlu ve eşi, bu durumu kabullenemedi ve babasına karşı baskı yapmaya başladı. Önemsiz konulardan dolayı babalarıyla aralarına mesafe koydular ve ipleri tamamen kopardılar.
Babaları, oğlunun bu davranışından utanç duyarak evini sattı ve eşiyle birlikte başka bir ilçeye taşındı.
Bu sırada bir kızı oldu. Kızı sekiz yaşına geldiğinde karaciğerinin çalışmadığını öğrendiler ve tüm aile doku testi yaptırdı, ancak uygun bir doku bulunamadı. Kızının durumu günden güne kötüleşiyordu. Eşinin aklına babası geldi ve bir deneme yapmaya karar verdiler. Babasına çok yakın bir arkadaşını gönderdiler. Babası, daha önce hiç görmediği torunu için doku nakli yapmayı kabul etti, ancak bir şartı vardı.
Babası, nakil gerçekleşeceği zaman ne kendisinin ne de oğlunun ve ailesinin birbirlerini görmeyeceğini söyledi. Önce babası ameliyathaneye alınacak, nakil yapıldıktan sonra kızı alınacaktı. Nakil sağlıklı bir şekilde gerçekleşirse, babayı artık görmek istemiyorlarmış. Babasının bu şartı, ilk torununu kaybettikten sonra yaşadığı psikolojik travmaydı. Oğluyla ipleri kopardıktan sonra torununu unutamadığı için uzun süre psikolojik tedavi görmüştü. Hiç görmediği bu torununu görürse aynı acıları yeniden yaşamak istemediğini söyledi. Kabul ettiler.
Babası ve üvey annesi tüm tahlilleri yaptırdı ve dokuların uyuştuğu anlaşıldı. Nakil günü geldiğinde, babasının isteklerini doktora ilettiler. Doktorun kendilerine olan bakışından çok utandılar. Babası farklı bir katta, kızı ise farklı bir katta ameliyata hazırlandı. Ameliyat uzun sürdü. Babasının isteği üzerine, babası ayrı bir kattaki yoğun bakıma, kızı ise ayrı bir kattaki yoğun bakıma alındı.
Üvey annesi onları babasının yattığı yoğun bakımın camına götürdü. Oğlu ve eşi, babalarının bu fedakarlığı karşısında o kadar utanmışlardı ki ağlayamadılar bile. Üvey annesi, babasının onları görmek istemediğini ve bunu duyarsa kendisine de kızacağını, bu durumu aralarında tutmalarını rica etti. Babasının taburcu olduğu gün onu tekerlekli sandalyede uzaktan gördü. Babasının yüzündeki mutlu gülümsemenin anlamını hiç çözemedi. O, babasını son görüşüydü. Kızı iyileşti ancak babası onları hiç affetmedi. Babasının Ben onlara hakkımı helal ediyorum, gerisini de Rabbime havale ediyorum dediği söylendi.
Babası öldüğünde, vasiyeti üzerine oğluna haber verilmeden bir hafta önce gömülmüştü. Kısa bir süre sonra üvey annesi de vefat etti ve babasının yanına gömüldü. Oğlu, bunca zaman babasının mezarını ziyaret etme cesaretini bulamamıştı. Karlı bir kış günü, utanarak da olsa mezarlarını ziyaret etti. Mezarların başında dururken donup kalmış gibi hissetti. Ne bir şey okuyabiliyor ne de düşünebiliyordu. Üvey annesinin mezarını görünce ayağa kalktı. Titreyen bir vücutla iki mezarın ortasında durarak bir Fatiha okudu ve Her ikiniz de bizi affedin! diyebildi.
Mezarlıktan hızla uzaklaşırken, yüzünü gizlemek için şapkasını gözlerine kadar indirdi ve pardösüsünün yakalarını kaldırdı. Mezarlık görevlilerinin önünden geçerken, yüzlerindeki nefreti okuyabiliyordu. Arabasına binip mezarlıktan uzaklaşırken kar hâlâ hızlanarak yağıyordu.
Kamil Erbil
Yorumlar
Yorum Gönder