Harman

 



Harman

​Köyün üzerindeki dağların ardında kızıl bir güneş doğarken, Ali'nin gözleri de açıldı. Sabahın serinliği yavaşça yerini yakıcı yaz sıcağına bırakmak üzereydi. Bugün, tarladan toplanan buğday destelerinin harman yerine taşınıp, düvenle tanelerinden ayrılma günüydü. Bereketin topraktan sofraya uzanan zorlu ama kutsal yolculuğunun en önemli adımı.

​Annesi çoktan kalkmış, tandırda ekmek pişiriyor, babası ise avluda atları hazırlıyordu. Ali aceleyle giyinip, anasının hazırladığı peynir, zeytin ve taze ekmekten oluşan hızlı bir kahvaltıyı yaptı. Kalbinde hem heyecan hem de omuzlarına binecek yorgunluğun hafif bir endişesi vardı.

​Güneş iyice yükseldiğinde, köyden harman yerine doğru yavaş bir göç başladı. Traktörler henüz yaygınlaşmamıştı; buğday desteleri, at arabaları ve sırtlardaki heybelerle taşınıyordu. Ali, babasına yardım ediyor, kollarının yettiği kadar buğdayı arabaya yüklüyordu. Babası, "Bu yıl da yüzümüz güldü oğlum, Allah bereket versin," derken, Ali de toprağın cömertliğine minnet duyuyordu.

​Harman yeri, köyün biraz dışındaki düz ve geniş bir alandı. Geldiğimizde diğer köylüler de işe koyulmuştu. Etrafta neşe ve yorgunluğun garip bir karışımı olan bir ses uğultusu vardı.

​Asıl iş, buğday destelerinin harman yerine serilmesiyle başladı. Öğleye doğru hava iyice ısınmıştı. Güneş, tenleri kavuruyor, alınlardan terler akıyordu. Babası ve komşular, hayvanlara koşulmuş tahta kızağa benzeyen, altında çakmak taşları olan düveni buğdayların üzerinde döndürmeye başladılar. Ali, elindeki uzun sopayla düvenin altından savrulan samanın yarlığını (harmanın kenarını) düzeltiyordu.

​Düvenin ahenkli gürültüsü, hayvanların nal sesleri ve arada bir yükselen "Haydi, gayret!" nidaları, harman yerinin müziğiydi. Buğday sapları parçalanıp saman olurken, taneler ağırlıklarıyla yere çöküyordu. Ali, düvenin toz duman içindeki döngüsünü izlerken, bu eski usul çalışmanın büyüsüne kapılıyordu. Her bir tane, alın terinin karşılığıydı.

​Öğle yemeği molası, kısa ama bir o kadar da lezzetliydi. Annelerin getirdiği yoğurt, bulgur pilavı ve ayran, yorgun bedenlere can veriyordu. Gölgelik bir yerde oturup, gelecek yılın planlarından, havanın durumundan konuşuluyordu. Harman yerinin etrafını saran dayanışma ve birlik ruhu, sıcağın yorgunluğunu unutturuyordu.

​Öğleden sonraki faaliyet, savurmaydı. Rüzgarın doğru yönden esmesi gerekiyordu. Babası, büyük tahta bir kürek alarak harmanın ortasına geçti. Kürekle buğday ve saman karışımını havaya atıyordu. Rüzgar, hafif olan samanı uzağa taşırken, ağır olan taneler hemen oracıkta, temiz bir yığın halinde birikiyordu. Ali, samanın uçuşunu hayranlıkla izledi. Sanki rüzgarla dans eden altın zerrecikleriydi.

​Akşama doğru, güneş batarken, harman yeri altın bir renge büründü. O günün mesaisi sona ermişti. Yerde, kocaman, temizlenmiş buğday yığınları yükseliyordu. Bu, kışlık un demekti, ekmek demekti, bir yıl daha geçim demekti.

​Ali'nin kolları, bacakları hamlaşmış, her yeri toz ve samanla kaplanmıştı. Ama yorgunluğunun üzerinde tarifsiz bir mutluluk ve huzur vardı. Babası, Ali'nin omzuna dokundu: "Aferin oğlum, iyi çalıştın. Bereketli olsun."

​Evin yolunu tutarken, harman yerinin loş silüetine son bir kez baktı. Bütün bir gün süren bu zorlu faaliyet, sadece buğdayın ayrılması değil, aynı zamanda aile olmanın, komşuluk etmenin ve toprağa bağlılığın da bir dersiydi. Ali, bu bereketli toprağın ve zorlu emeğin parçası olduğu için gurur duyuyordu. Yarın, yeni bir harman destesi onları bekleyecekti.

Kamil Erbil


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AYAKKABI BOYACISI

Tadı Kalmadı

OTUR.. SIFIR...