Tatil
Tatil
Gökyüzü, gün batımının turuncu ve pembe tonlarıyla boyanırken, Ege’nin küçük bir sahil kasabasındaki plajda, Ahmet, gözleri ufukta, hafif bir heyecanla bekliyordu. Ayakları ılık kuma gömülüyken, dalgaların ritmik sesi içindeki fırtınayı sakinleştiriyordu. Bu tatili, sevgilisi Elif'le uzun zamandır hayal ediyorlardı. Şehir hayatının koşuşturmasından, iş stresinden uzak, sadece ikisinin olacağı bir yer.
Telefonu titredi, Elif’ten gelen mesajda "Geliyorum, beş dakikaya oradayım!" yazıyordu. Ahmet’in yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Elif'le her an, sanki bir film sahnesi gibiydi ve bu tatil, o filmin en romantik bölümü olacaktı.
Nihayet, yolun sonunda Elif göründü. Üzerinde hafif, beyaz bir elbise vardı ve rüzgar saçlarını savuruyordu. Güneşin son ışıkları yüzüne vuruyor, onu bir melek gibi gösteriyordu. Elif, Ahmet'i görür görmez koşmaya başladı ve kollarını boynuna doladı. "Seni o kadar özledim ki!" diye fısıldadı.
Birlikte otele doğru yürüdüler. Plajın hemen kenarında, küçük, şirin bir butik oteldi burası. Odaya girdiklerinde, balkonun kapısını araladılar. Karşılarında Ege Denizi'nin sonsuz maviliği ve gökyüzünde parlamaya başlayan ilk yıldızlar vardı.
Ahmet, Elif’e dönüp gülümsedi. "İşte burası," dedi. "Bizim cennetimiz."
Bu, tatillerinin sadece başlangıcıydı. İlk gece, sahilde yürüdüler, sessizce yıldızları seyrettiler ve geleceğe dair hayaller kurdular. Sanki zaman durmuş, sadece onlar ve denizin sesi kalmıştı. İkisi de biliyordu ki bu tatil, aralarındaki bağı daha da güçlendirecek, unutulmaz anılarla dolu olacaktı.
Sabah, dalgaların usulca kıyıya vuran sesiyle uyandılar. Odanın penceresinden içeri süzülen güneş ışığı, odayı altın sarısı bir renge boyamıştı. Elif, gerinerek uyandı ve Ahmet'in onu izlediğini fark etti. "Ne var?" diye sordu gülerek.
Ahmet, "Sadece, sana bakıyorum. Hiç bu kadar huzurlu görünmemiştin" diye yanıtladı.
Kahvaltının ardından Ahmet, Elif’e bir sürprizi olduğunu söyledi. Elif’in meraklı bakışları arasında, bir motosiklete bindiler ve sahil yolundan içeri doğru ilerlemeye başladılar. Yol, zeytin ağaçlarının gölgesinde, mis kokulu kekik tarlalarının yanından geçiyordu. Bir süre sonra, yol bitti ve karşılarına küçük, taşlı bir patika çıktı. Motosikleti kenara çekip yaya olarak devam ettiler.
Patika, denize doğru alçalıyordu ve birdenbire, göz alıcı bir koyla karşılaştılar. Kayalıkların arasında gizlenmiş, berrak turkuaz suları ve incecik, bembeyaz kumuyla adeta saklı bir cennetti burası. Sanki kimse bu yeri bilmiyordu, sadece onlar ve doğa vardı. Ahmet, "Burası benim çocukluk keşfim. Yıllardır burayı sana getirmek istiyordum" dedi.
Tüm günlerini bu gizli koyda geçirdiler. Birlikte denize girdiler, suyun altındaki renkli balıkları izlediler. Ahmet, kumdan kaleler yapmaya çalışırken Elif kahkahalarla güldü. Güneş batarken, sahile vuran kızıl tonlar arasında el ele yürüdüler. Elif, Ahmet’e dönüp, "Hayatımda geçirdiğim en güzel günlerden biriydi. Teşekkür ederim" diye fısıldadı.
Akşam, Ahmet’in asıl sürprizi geldi. Kumsalın bir köşesinde, iki kişilik şık bir masa kurulmuştu. Masanın etrafı fenerlerle aydınlatılmıştı ve gökyüzünde parlayan milyonlarca yıldız, onlara eşlik ediyordu. İnce, beyaz bir şarap eşliğinde sohbet ettiler, günün anılarını tazelediler.
Yemekten sonra Ahmet, cebinden küçük bir kutu çıkardı. Elif’in kalbi hızla çarpmaya başladı. Kutuyu açtığında, içinde pırlanta bir yüzük yerine, küçük, gümüş bir pusula gördü. Pusulanın üzerinde ince bir yazı vardı: “Her zaman doğru yolu bulmamız dileğiyle...”
Ahmet, Elif’in elini tuttu. "Bu pusula, birbirimize giden yolu her zaman bulacağımızı simgeliyor. Hayatımızda fırtınalar da olsa, her zaman pusulamız birbirimizi gösterecek. Benimle bir ömür boyu bu yolda yürümeye var mısın?" dedi.
Elif'in gözleri dolmuştu. "Ahmet," diye fısıldadı. "Her zaman. Seninle."
Bu özel an, sadece bir teklif değildi, aynı zamanda birbirlerine olan sonsuz güvenlerinin bir yeminine dönüşmüştü. O gece, yıldızların altında, fısıltılarla ve tutkulu bir öpücükle, aşklarının sonsuzluğuna inanmışlardı.
Tatilin son sabahı, Elif ve Ahmet, plajın üzerindeki restoranda, deniz manzarası eşliğinde kahvaltı yapıyorlardı. Hava, ilk geldikleri günden farklı olarak daha sakindi. Tıpkı kalpleri gibi. Şehir hayatının koşuşturması, işin stresi ve endişeleri sanki bu kumsala hiç ulaşmamıştı.
Ahmet, Elif’in elini tuttu. "Dönüş vakti," dedi. "Ama merak etme, artık bizim bir pusulamız var." Elif gülümsedi. Pusula, artık onların gizli sembolü olmuştu. Ne zaman zor bir an yaşasalar, o tatili, o yıldızların altındaki yeminlerini hatırlayacaklardı.
Otele veda edip yola çıktılar. Yol boyunca sessizdiler ama bu sessizlik huzurluydu. Biliyorlardı ki bu tatil, sadece birkaç gün süren bir kaçış değildi. Aralarındaki bağı daha da güçlendirmiş, birbirlerine olan aşklarını bir üst seviyeye taşımıştı.
Şehrin gürültüsüne, kalabalığına döndüklerinde, tatilin büyüsü sanki bir an olsun kaybolmadı. İşler yoğunlaştığında, toplantılar uzadığında, birbirlerine attıkları tek bir mesajla, o gizli kumsalı ve yıldızların altındaki anılarını hatırlıyorlardı. Ahmet, masasının çekmecesinde duran küçük, gümüş pusulaya her baktığında, Elif’in gülüşünü görüyordu. Elif ise, zor bir günün sonunda, telefonunun ekranına baktığında, Ahmet'in o tatilde çektiği fotoğrafla karşılaşıyor ve kalbi huzurla doluyordu.
Aradan aylar geçti. Onların hayatı, o romantik tatilin izlerini taşıyarak devam etti. Bir akşam, Elif, Ahmet’e yaklaştı ve fısıldadı: "Biliyor musun? Bu yaz yine gidelim o kumsala. Yeniden pusulamızla doğru yolu bulalım."
Ahmet, Elif’e sıkıca sarıldı. "Her zaman," dedi. "Çünkü bizim aşkımız, bu kumsaldaki tatil gibi, sonsuza dek sürecek."
Ve onlar, şehir hayatının karmaşası içinde, bir sonraki kaçışlarını hayal ederek, birbirlerine olan sonsuz güvenle yaşamaya devam ettiler. Çünkü en iyi tatil, gidilen yerin değil, birlikte olunan kişinin güzelliğiyle anlam kazanırdı.
Kamil Erbil
Yorumlar
Yorum Gönder