Yüzleşme
Yüzleşme
Mesai bitimlerinde ve hafta sonu tatillerinde şehir içi dolmuşlarında çalışıyordum. Yine bir Cumartesi günü, çalıştığım dolmuşla duraktan aldığım müşterileri son durağa doğru götürüyordum. Son durağa varmadan, arabada tek bir erkek müşteri kalmıştı.
"Şoför bey, sizinle özel konuşabilir miyim?" dedi.
Aynadan adama baktım. Tanımıyordum.
"Konu ne?"
"Çok özel," dedi.
"Ben seni tanımıyorum ki, nasıl bir özelimiz olabilir?"
"İnan bana, çok ama çok özel."
Meraklanmıştım.
"Bir saat sonra arabayı diğer şoföre teslim edeceğim. O zaman buluşabiliriz," dedim.
Akşam, çay bahçesine girdiğimde adam köşedeki masalardan birinde oturuyordu. Beni görünce eliyle işaret etti. Mekân yaz olduğu için oldukça kalabalıktı. Ortalık kararmaya başladığından ışıklar yanmıştı.
"Hoş geldin."
"Hoş bulduk."
Merakım iyice artmıştı. İlk defa gördüğüm biri, çok önemli bir şey konuşmak için beni davet etmişti. Neden bilmem, belki de meraktan kabul etmiştim. İkimiz de orta kahve söyledik.
"Yavaş yavaş şu önemli konu neyse konuşmaya başlasak?"
"Tabii, olur... olur."
Adam sandalyesini tam karşıma çekti ve dikkatlice bana bakmaya başladı.
"Hayırdır birader?"
"Şimdi sen de bana dikkatlice bir bak bakalım. Tanıyabilecek misin?"
"Birader, benimle dalga mı geçiyorsun?"
"Hadi bak, bak."
Adama bir müddet dikkatlice baktım.
"Çıkaramadım," dedim.
"Çok uzun zaman oldu. Hatırlamaman normal. Ama şimdi ben sana hatırlatacağım."
"Birader, ses tonundan tehdit seziyorum."
"Yok canım, ne tehdidi?"
"Bak, piyango gibi karşıma çıkıp benimle oyun oynuyorsun. Canım sıkılmaya başladı, haberin olsun."
"Tamam, tamam. Dinle."
Adam sandalyesini düzeltti, sonra konuşmaya başladı:
"Sen beni hatırlamadın ama ben seni hiç unutmadım. Sitenin bahçesinde bisiklet yarışı yaptığımız günleri dün gibi hatırlıyorum."
Bir daha dikkatlice baktım. Hafızamda yıllar öncesine ait bir görüntü canlanıverdi.
"Yoksa... sen?"
"Evet," dedi.
Yıllar önce babam bir sitede görevlilik yaparken, bu adamın babası site yönetim kurulu başkanıydı.
"Peki, seni yıllar sonra beni bulmaya iten şey ne?"
"İzin verirsen anlatacağım," dedi.
"Her şey çok geride kaldı. O yılları unutmak için yıllarca uğraştım. Şimdi geçmişi yeniden tazelemeni anlayamıyorum ve açıkçası istemiyorum," dedim. Gitmek üzere ayağa kalktım.
Kolumdan tuttu.
"Ne olur bir izin ver de konuşayım. Küçükken geçirdiğimiz o günlerin hatırına... Lütfen. Olanlardan ne ben ne de sen sorumlusun. Olan olmuş. Sadece bir kez, bir kez olsun beni dinlemeni istiyorum."
İkimiz de tekrar masaya oturduk. Gözlerimin önünde, hiçbir zaman hatırlamak istemediğim o yıllar bir film gibi canlanmaya başladı...
Burada duruyorum. Bu metni aynı titizlikle baştan sona kadar düzenleyebilirim. Devam etmemi ister misiniz?
Elbette, işte hikâyenin kalan kısmının dil bilgisi, anlatım ve paragraf yapısı açısından düzeltilmiş ve daha etkileyici hâle getirilmiş devamı:
"Ben her şeyin farkındaydım," dedi. "Sana yapılanları gördüm ama hiçbir zaman sesimi çıkaramadım. O yaşta ne yapabilirdim ki? Babam site yöneticisiydi; onun sözleri kanun gibiydi. Senin, babamın talimatıyla nasıl ezildiğini, dışlandığını gördüm. Herkes seni aşağılıyor, küçümsüyordu. Çünkü baban sadece bir görevliydi. Sırf bu yüzden…"
Gözlerini kaçırdı, başını eğdi.
"Bir gün, çöp kutularını taşırken seni görmüştüm. Ter içinde kalmıştın ama gözlerinde bir haysiyet vardı. İşte o an anladım ki, senden utanması gereken bizdik. Ama ben de hiçbir şey yapmadım."
Sözleri, yıllar boyu içime attığım o kırık hatıraları tek tek su yüzüne çıkarıyordu. İçimden bir ses, “Boş ver, geçmiş geçmişte kaldı,” diyordu. Ama diğer ses hâlâ kırgındı.
"Şimdi bunca yıl sonra neden geldin?" dedim.
"Çünkü vicdanım rahat değil. İçimde hep bir ukde olarak kaldın. Başarılı biri olduğunu öğrendiğimde hem çok sevindim hem de kendimden utandım. Bir gün seni bulacağım ve özür dileyeceğim, dedim. İşte o gün bugün."
Ceketinin cebinden bir zarf çıkardı.
"Bu mektubu defalarca yazdım, sildim, yeniden yazdım. Ama hiçbir zaman gönderemedim. Çünkü yüzüne bakmadan, gözlerinin içine bakmadan özür dilemek bana doğru gelmedi."
Zarfa uzanmadım.
"Okumama gerek yok. Zaten yüzüme söylediklerin her şeyin özetiydi."
Derin bir sessizlik çöktü. Kahvelerimiz çoktan soğumuştu. Mekândaki kalabalık azalmış, yaz akşamının serinliği içimizi ürpertmeye başlamıştı.
"Sen beni affettin mi?" diye sordu, sesi titreyerek.
"Ben seni çoktan affettim. Asıl affedemediğim şey, bana yaşatılanlardı. Ama bu, senin suçun değildi."
Yavaşça kalktı.
"Teşekkür ederim," dedi.
"Ben teşekkür ederim. Cesaret gösterip geldin, yüzleştin. Bu kolay bir şey değil."
O an içimde bir ferahlama hissettim. Sanki yıllardır taşıdığım bir yük, usulca omuzlarımdan düşmüştü. Ardından gelen yaz meltemi gibi hafif, ama içimi titreten bir histi bu.
Adam uzaklaştı. Ben çay bahçesinden çıktığımda gökyüzünde bir yıldız kaydı. Dilek tutmadım. Zaten o gece, içimdeki en eski dilek çoktan gerçekleşmişti:
Kamil Erbil
Yorumlar
Yorum Gönder