Zimmet Defteri
Zimmet Defteri
Maliye’de icra memurluğu yapmak, dışarıdan bakıldığında masa başı bir iş gibi görünür. Oysa o masanın arkasında, insanın yüreğini kemiren nice hikâye saklıdır.
Sabahları erkenden daireye gider, eline kalınca bir tomar evrak verilir. O evrakların her biri bir evin kapısını, bir hayatın yükünü temsil eder.
Bursa gibi büyük bir şehirde günde en fazla iki, bilemedin üç adrese uğrayabilirsin. Daha fazlasına yetişmeye kalksan, geride içinden çıkılmaz bir yığın birikir.
Bir de işin şu tarafı var: Üzerindeki dosyalardan biri beş yıl boyunca işlem görmeden kalırsa, zaman aşımına uğrar. O zaman da zimmet çıkar. Herkes bilir ama kimse dillendirmez — bazen insanın yüreğine zimmet çıkar, ama onu ödeyemezsin.
Bir sonbahar sabahıydı. Dairedeki sessizliği sadece daktilo sesleri bozuyordu. Masama konan evraklardan biri gözüme ilişti: Küçük bir bakkal dükkânı, borç miktarı da öyle büyük sayılmazdı. “Bugün bundan başlayayım,” dedim kendi kendime.
Adrese gittiğimde, bakkalın kepenkleri yarıya kadar inmişti. İçeriden bir kadın sesi geldi:
— Buyrun, kimi aramıştınız?
Kapının aralığından baktım; yaşlı bir kadın, başında beyaz bir örtü, elinde torununa sıcak süt dolduruyordu.
Elimdeki evrakı gösterdim, usulca:
— Maliye’den geliyorum teyze. Şu dosya için…
Kadın bir an durdu, sonra sessizce içeri buyur etti.
Dükkân bomboştu neredeyse. Raflarda birkaç paket makarna, bir iki konserve.
Kadının sesi titriyordu:
— Oğlum rahmetli olalı bir yıl oldu. Bu dükkânı onunla işletirdik. Şimdi torunumla baş başayız. Satacak neyimiz var ki? Şu eski radyo, bir de o dikiş makinesi…
O anda elimdeki kâğıt sanki ateş tuttuğum bir demir parçasına dönüştü. Gözlerim kadının arkasındaki küçük çocuğa kaydı. Çocuğun elinde renkleri solmuş bir oyuncak kamyon vardı.
Bir süre sessizlik oldu. Sonra ben hafifçe başımı eğip kâğıdı katladım.
— Teyze, ben yarın uğrarım, dedim.
Kadın teşekkür etti, sanki büyük bir borçtan kurtulmuş gibi derin bir nefes aldı.
O gün o eve bir daha hiç gitmedim.
Ama o kadının yüzü, çocuğun bakışı hep aklımda kaldı. Her sabah yeni evraklar aldım, yeni adreslere gittim. Ama içimde o günkü sessizlikten daha derin bir ses taşıdım: vicdanın sesi.
Bazen dosyaları karıştırırken o evrakı da görürdüm. “Zaman aşımına beş yıl var” diye kendi kendime mırıldanırdım. Sonra bir makbuz keser, tarihi güncellerdim. Aslında hiçbir şey tahsil edilmezdi; sadece vicdanımın süresini uzatırdım.
Yıllar geçti. Ben emekli oldum.
Bir gün eski meslektaşlardan biri aradı:
— Şu senin eski dosya var ya, zaman aşımına uğramış. Kapandı.
Bir an sustum. Pencereden dışarı baktım; akşam güneşi karşıdaki apartmanların duvarına vuruyordu.
— İyi olmuş, dedim. Artık onun da defteri kapansın.
Ama bilirim ki bazı evraklar sadece dosyada kapanır.
İnsanın içinde ise, ömür boyu açık kalır.
Kamil Erbil
Yorumlar
Yorum Gönder