Kırık Sandalye.




Kırık Sandalye

Ev sessizdi.

Sadece oturma odasındaki eski duvar saati tıkır tıkır ilerliyor, her saniyede biraz daha geçmişi hatırlatıyordu.

Meryem, pencerenin önünde durmuş dışarıyı izliyordu.

Oğlu Cem, şehirden gelecekti bugün.

Üç yıldır görmemişti.

Ne bayramda gelmişti, ne doğum gününde aramıştı. Ama bu sabah ansızın arayıp “Anne, akşam sende olacağım” demişti.

Sesindeki yorgunluk, Meryem’in içini hem sızlatmış hem umutlandırmıştı.

Evin ortasında bir sandalye duruyordu.

Eskiden Cem, küçükken o sandalyeye oturur, babasının anlattığı hikâyeleri dinlerdi.

Baba gittiğinden beri kimse dokunmamıştı ona.

Ayağı kırık, arkalığı çatlak… ama hâlâ oradaydı.

Tıpkı anıların dayanıklılığı gibi.

Kapı zili çaldığında, Meryem’in kalbi sıkıştı.

Elindeki önlüğü aceleyle çıkardı, saçlarını düzeltti.

Kapıyı açınca, Cem’i karşısında gördü:

Gözlerinin altı mor, omuzları çökmüş.

Ama oğlu işte, kanından, canından…

Bir an birbirlerine bakakaldılar.

Sonra Meryem, sessizce kollarını açtı.

Cem, başını annesinin omzuna gömdü.

Hiçbir şey demeden, uzun süre öyle kaldılar.

Bir süre sonra salona geçtiler.

Cem’in gözü hemen o kırık sandalyeye takıldı.

— “Hâlâ duruyor mu bu?” dedi gülümseyerek.

— “Kıyamadım atmaya,” dedi Meryem. “Baban tamir edecekti, öyle kaldı.”

Cem, sandalye arkasına geçip elini gezdirdi.

Bir an sustu, sonra yavaşça söyledi:

— “Anne… ben babama hiç veda edemedim.”

Meryem cevap veremedi.

Sadece başını öne eğdi.

Sonra fısıldadı:

— “Bazı vedalar, insanın kalbinde ömür boyu yarım kalır oğlum. Ama yeter ki geri dönmesini bilsin.”

Cem, annesinin yanına oturdu.

Birlikte çay içtiler.

Dışarıda yağmur başlamıştı.

Kırık sandalye hâlâ oradaydı; ama o akşam, evin içinde hiçbir şey kırık kalmadı.


Kamil Erbil


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tadı Kalmadı

AYAKKABI BOYACISI

OTUR.. SIFIR...