Ölümün Gölgesinde Yaşama Tutunmak

  Ölümün Gölgesinde Yaşama Tutunmak

Ölüm, artık duvarın ardında bekleyen bir misafir değil, odanın içindeki sessiz bir arkadaştı. Adı fısıldanmıyordu belki, ama varlığı, ciğerlerine çektiği her nefesin sayısını tutuyordu. Ve tam da bu kesinliğin ortasında, insanın ruhu, inatla filizlenen bir tohum gibi hayata tutunuyordu.

Bu tutunma, panik halinde bir kaçış değildi. Bu, sakin, onurlu bir direnişti.

O, artık uyanışını bir yükümlülük olarak değil, bir zafer olarak görüyordu. Sabahın ilk ışığı, perdenin aralığından süzülüp yüzüne değdiğinde, o an, bütün bir ebediyete bedeldi. Parmak uçları titreyerek battaniyenin yumuşak kenarına dokunuyor, kahvesinin buharında yükselen sıcaklığı yüzünde hissediyordu.

Bu, bir duyusal oruçtu. Eskiden sıradan saydığı her şeyi, şimdi bilinciyle kutsuyordu. Bir yudum suyun boğazından akışını, sokaktan gelen bir çocuk sesinin berraklığını, pencerenin önündeki saksıdaki kuru toprağın kokusunu... Her bir duyum, "Hâlâ buradayım, ve sen benden bunu alamazsın" diyen bir meydan okumaydı.

Ölümün varlığı, geleceği anlamsız kılabilirdi. Ama karakter, tam tersini yaptı. Hayata tutunmak, küçük çapalar atmaktı yarına.

Hastaneden eve getirilen o yarım kalmış örgü işi, bir sonraki hafta bitecekti. Bahar gelse, pencere kenarındaki fideler toprağa ekilecekti. Bir sonraki mektup, on yıl önce küstüğü eski dostuna yazılacaktı. Bu planlar, gerçekleşip gerçekleşmemesinden bağımsızdı; onlar, zamanı uzatma çabasıydı. Sanki o örgüyü bitirme sözü, Azrail'e karşı sunulmuş geçici bir erteleme dilekçesiyse,asıl savaş, vicdan ve anılar cephesinde veriliyordu. Ölüm yaklaşırken, ruh, geçmişi hızla tarayan bir editöre dönüşüyordu. Hayata tutunmak, yarım bırakılmış hesapları kapatmaktı.

Söylenmemiş sevgi sözlerini, dilin ucunda kalmış teşekkürleri nihayet fısıldıyordu.

Başkalarını değil, en çok da kendisini affediyordu. Yapılan hataların ağırlığı artık sırtında değil, kabullenmenin hafifliğiyle uçup gidiyordu.

Artık mesele "ne kadar yaşayacağım" değil, "nasıl bir ruh bırakacağım" olmuştu. Geriye kalan her an, miras bırakılacak bir hatıra, son bir sevgi eylemi olarak değerlendiriliyordu.

Ölüm, soğuk bir nihai durak olabilir. Ama bu insan, yatağının kıyısında, solgun bir yüzle ve ağırlaşan nefeslerle otururken dahi, ruhen dimdikti. O, hayatın son rüzgârına karşı eğilen, ama asla kopmayan kıyıdaki bir kök gibiydi.

Yaşama tutunma çabası, sadece bir bedenin değil, bir ruhun, kendi varoluşunun güzelliğini son kez onurlandırmasıydı. Ve bu sessiz direniş, o son nefes verilene dek sürecek, dünyadaki en trajik ama aynı zamanda en görkemli zafer olacaktı.

Kamil Erbil


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tadı Kalmadı

AYAKKABI BOYACISI

OTUR.. SIFIR...