Kayıtlar

Doktor

  Doktor  Dedemin hayat hikayesi beni her zaman etkilemiştir. Onun azimli ve çalışkan yapısı, aileye olan bağlılığı ve sevgisi her daim örnek alınacak bir davranış biçimiydi. Babamın da dedeme olan hayranlığı ve saygısı her fırsatta dile getirilirdi. Bu aile geleneği, benim de yaşamımı şekillendirdi ve bana güç ve motivasyon verdi. Babamın ani vefatıyla hayatımın yönü değişti. Ancak dedem ve halamın desteğiyle ayakta kalmayı başardım. Onların sevgisi ve destekleriyle üniversiteyi bitirip tıp fakültesine girmek benim için büyük bir başarıydı. Çalışkanlık ve azim sayesinde uzmanlık sınavını kazanıp genel cerrah olarak işe başladım. Mesleğimdeki her başarıda dedemin ve ailemin desteğini hissediyorum. Onların bana aşıladığı değerler, her zorluğun üstesinden gelmemi sağlıyor. Her hasta ile ilgilenirken, onlara sevgi ve şefkatle yaklaşmamın temelinde ailemin öğrettikleri yatıyor. Bu nedenle her tedavi sürecinde hasta ile sadece tıbbi ilişki değil, aynı zamanda insan ilişkisi kurmaya...

Ayakkabı Boyacısı

 AYAKKABI BOYACISI  Park sorunuyla karşılaştığım için şehir merkezine dolmuşlarla çıkmıştım. Niyetim Öğle namazını Ulucamide  kıldıktan sonra bu şehri şöyle gönlümce gezmek,daha sonrada akşam için çiçek ve çikolata yaptırmaktı. Camiye girdiğimde kürsüde hoca efendi vaaz veriyordu. Anladığım kadarıyla vaazın konusu ana ve babaya itaatti. Günlerden Cuma olduğundan camii hınca hınç dolmuştu. En arkada da hanımlara ayrılan yeride hanımlar doldurmuştu.  Namazdan çıktığımızda dışarıda ahmak ıslatan dedikleri şekilde yağmur yağıyordu. Böyle hafif  yağışlı havalarda yürümek ten hoşlanıyordum. Camii nin ön kapısından çıkıp,havuzun yanından alt geçitten caddenin karşısına geçecektim. Caddeye çıktığımda yağmur biraz daha hızlanmıştı. Dükkanların önünden ,bu şehri  tekrar yaşamak istercesine yavaş yavaş yürüyordum Setbaşı köprüsünü geçince hemen sağdaki bizim gençliğimizde “Mahvel” denilen kahvehane,çay bahçesini görünce bahçeden içeri girip bahçede şemsiye altında bir...

Manifaturacı

  Manifaturacı Bizim çocukluğumuzda yaz tatili, şimdiki gibi gezmek, oyun oynamakla geçmezdi. Anneler babalar, “Çocuk boş durmasın, iş görsün, ekmeğin kıymetini öğrensin” der, ya bir akrabanın, ya da komşu esnafın yanına çırak olarak verirlerdi. Böylece çocuk hem zamanını değerlendirmiş olur, hem de hayata dair bir şeyler öğrenirdi. Ben de o yıllardan birinde, komşumuz Ahmet amcanın manifaturacı dükkânında çıraklık yaptım. Ahmet amca ellili yaşlarını geçmiş, güler yüzlü, babacan bir insandı. Müşterisiyle şakalaşır, çırağına iyi davranır, kapısından gireni boş çevirmeyen esnaftandı. Tek derdi safra kesesiydi; sancı tuttu mu alnından boncuk boncuk ter dökerdi ama sesini çıkarmazdı. Dükkâna ilk başladığım gün annem bana öğüt verdi: “Bak oğlum, bazı esnaflar çıraklarını denemek için dükkânın bir yerine para bırakır. Çırak onu cebine mi atacak, yoksa bulup ustasına mı verecek, onu anlamak isterler. Sen bir şey bulursan mutlaka Ahmet amcana götür.” Nitekim rafları düzenlerken kumaşların ...

Yaralı Kalpler Sokağı

  Yaralı Kalpler Sokağı Kasabanın sonbahara bürünmüş sokaklarında, sararan yapraklar gibi bir zamanlar canlı olan duygular da birer birer düşüyordu. Eski bir apartmanın üçüncü katındaki dairesinde yalnız yaşayan adam, her sabah penceresinden aynı yere, aynı boşluğa bakar, gözleriyle bir geçmişin izini sürerdi. O sokakta hâlâ onun adı gizliydi; yarım kalmış bir aşkın ve yıllar öncesinden gelen derin bir iç sızısının adı. Yirmi yıl önceydi. Yağmurlu bir mayıs sabahı, elinde dosyalarla o binaya ilk kez adım atmıştı. Üniversiteyi yeni bitirmiş, bir kamu kurumunda staj yapmaya başlamıştı. Hayatın ona ne sunacağını bilmeden, heyecanla geleceğe yürüyordu. Ta ki o gözlerle karşılaşana dek… İkinci kattaki odalardan birinde çalışan kadın, sade giyimi, ölçülü tebessümü ve içine gizlenmiş mahzunlukla dikkat çekiyordu. Ne çok konuşur, ne de fazla görünür olurdu. Ama gözleri… Gözleri, konuşmayan bir kalbin sessiz çığlıkları gibiydi. Adamın gönlüne usulca düşen bu kadın, kalbine ait olduğunu heme...

Anneannem

  Anneannem Uçağımız Sabiha Gökçen’e indiğinde içimde tarifi zor bir duygu kabardı. Sevinçle hüzün birbirine karışıyordu. Yıllar sonra eve dönüyordum ama içim hiç huzurlu değildi. Bir yanım çocukluğuma, özleme, köklere çekilirken; diğer yanım göğsümde ağır bir taş gibi duran belirsizliğe teslim olmuştu. Ben dünyaya gelmeden anneannemle tanışmam mümkün olmamıştı. Dedem, onun ölümünden sonra başka biriyle evlenmişti. Bu yeni evliliği kabullenmiş gibi görünen dayımlar, zamanla annemi de yanlarına alarak dedemle bağlarını koparmışlardı. Bana kalan ise yarım yamalak bir hikâyeydi. Çocuk aklımla tek bildiğim, anneannem dediğim o kadının hep yanımda olduğuydu. Meğer kan bağı değil, kalp bağı kurmuştuk biz. Dedem biraz sertti ama severdi. Babam ev alınca arabasını satmak zorunda kalmıştı. O günlerde sabahları beni anaokuluna dedem bırakır, akşamları alırdı. Sınıf kapısında yanağıma kondurduğu öpücük, çocuk kalbimde bıraktığı en sağlam hatıraydı. Ama çocukken en çok kimi severdin deseler, t...

KAYBOLMUŞLAR

 KAYBOLMUŞLAR Ne zaman yola çıktık, ne kadar süredir bu sonsuz boşlukta sürükleniyoruz, tam olarak bilmiyoruz. Ana bilgisayarın kayıtları olmasa, geçmişimize dair hiçbir şey hatırlayamayacağız. Ben diyeyim dört yüz yıl, siz deyin beş yüz... Zaman artık sadece veri dosyalarında yazan rakamlardan ibaret. Bir zamanlar Dünya’da, farklı milletlerin ortak kararıyla büyük bir uzay yolculuğu başlatıldı. Amerika, Rusya, Çin, Almanya, İngiltere, Kanada ve Türkiye'nin de aralarında bulunduğu ülkeler, uzun yıllar süren ortak çalışmalarla dev bir uzay gemisi inşa etti. Amaç, başka gezegenlerde yaşam olup olmadığını araştırmak ve eğer mümkünse insanlık için yeni bir yuva bulmaktı. Binlerce başvuru arasından seçilen yolcular; genetik hastalığı olmayan, üreme yeteneğine sahip, sağlıklı ve yüksek zekâlı kadın ve erkeklerden oluşan çiftlerdi. Her biri uzun eğitimlerden geçirildi. Aralarında bilim insanları, doktorlar, mühendisler, bilgisayar uzmanları, arkeologlar ve genetikçiler vardı. İnsanlığın k...

Geçmişin Silik İzleri

  Geçmişin Silik İzleri Kamil ERBİL Hayatımın en sade, ama en derin öğrenim yıllarında, adıyla değil sözüyle hatırlanan bir hocamız vardı: Necati Hoca. Yaşanmışlıklarla örülmüş bir belleği, psikolojiye olan hâkimiyeti ve sanki zamanın içinden süzülüp gelmiş o ağırbaşlı hâliyle, sıradan bir öğretmen değil; bir yol gösterici, bir iç ses gibiydi. Bazı boş geçen derslerimize girerdi. Ama o dersler asla boş geçmezdi. Çünkü Necati Hoca bize hayatı anlatırdı. Kimi zaman kendi yaşadıklarını, kimi zaman bizim başımıza gelenleri merkeze alır, bize yaşamın kıvrımlarını, acının gizli hediyelerini, insanın kalbinde saklı kalan izleri anlatırdı. Bir gün, sınıfta otururken, daha önce bir öğrencisinin kendisine anlattığı bir hikâyeyi —isim vermeden— bizlerle paylaşmak istedi. “Konuşmamız gereken bir mesele var çocuklar,” dedi. “Aşk meselesi... Hem de gençlikten gelen bir tür.” Bahsettiği öğrenci, bir kıza âşık olmuştu. Karşılıklıydı bu sevgi. Ama zamanla, o büyük tutku, yerini hüzne bırakmıştı. Ay...