Kayıtlar

Kasım, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kırık Sandalye.

Kırık Sandalye Ev sessizdi. Sadece oturma odasındaki eski duvar saati tıkır tıkır ilerliyor, her saniyede biraz daha geçmişi hatırlatıyordu. Meryem, pencerenin önünde durmuş dışarıyı izliyordu. Oğlu Cem, şehirden gelecekti bugün. Üç yıldır görmemişti. Ne bayramda gelmişti, ne doğum gününde aramıştı. Ama bu sabah ansızın arayıp “Anne, akşam sende olacağım” demişti. Sesindeki yorgunluk, Meryem’in içini hem sızlatmış hem umutlandırmıştı. Evin ortasında bir sandalye duruyordu. Eskiden Cem, küçükken o sandalyeye oturur, babasının anlattığı hikâyeleri dinlerdi. Baba gittiğinden beri kimse dokunmamıştı ona. Ayağı kırık, arkalığı çatlak… ama hâlâ oradaydı. Tıpkı anıların dayanıklılığı gibi. Kapı zili çaldığında, Meryem’in kalbi sıkıştı. Elindeki önlüğü aceleyle çıkardı, saçlarını düzeltti. Kapıyı açınca, Cem’i karşısında gördü: Gözlerinin altı mor, omuzları çökmüş. Ama oğlu işte, kanından, canından… Bir an birbirlerine bakakaldılar. Sonra Meryem, sessizce kollarını açtı. Cem, başını annesinin ...

Kurdun Kapanı

 ​Kurdun Kapanı ​Sokağa çıkma yasağı olduğundan, fırsat bu fırsat deyip evimin çatısındaki kiremitleri düzeltmek için çalışıyordum. ​— Kemal! ​Dönüp baktığımda bizim emektar bekçi amcamızdı. ​— Hayrola! ​— Seni karakoldan istiyorlar. ​— Hayrola abi? ​— Ne olduğunu bilmiyorum ama inan bana, kesin kötü bir şey yok. ​Çünkü öyle bir zamandaydık ki, biri çıkıp birinin hakkında kötü bir şeyler söylese sorgusuz sualsiz onu alıp götürüyorlardı. Nereye götürüldüğü, ne zaman geleceği hiç belli olmuyordu. ​Çatıdan indim. ​— Giyineyim, eve haber vereyim, gidelim, dedim. Evde eşim ve çocuklarım benim karakoldan çağrıldığımı duyunca endişelendiler. Gelen bekçi, kötü bir şey olmadığını, sadece oraya kadar gitmem gerektiğini söyledi. ​Neyse, korku içinde evde bıraktığım ailemden daha çok ben korkuyordum. ​Karakoldan içeri girdiğimde, oradaki polis adımı sordu. ​— Şu odada bekleniyorsunuz. İçeri girin, dedi. ​Korku içinde odanın kapısında bir müddet "Gireyim mi, kaçayım mı?" diye düşünürken, ...

Ölümün Gölgesinde Yaşama Tutunmak

  Ölümün Gölgesinde Yaşama Tutunmak Ölüm, artık duvarın ardında bekleyen bir misafir değil, odanın içindeki sessiz bir arkadaştı. Adı fısıldanmıyordu belki, ama varlığı, ciğerlerine çektiği her nefesin sayısını tutuyordu. Ve tam da bu kesinliğin ortasında, insanın ruhu, inatla filizlenen bir tohum gibi hayata tutunuyordu. Bu tutunma, panik halinde bir kaçış değildi. Bu, sakin, onurlu bir direnişti. O, artık uyanışını bir yükümlülük olarak değil, bir zafer olarak görüyordu. Sabahın ilk ışığı, perdenin aralığından süzülüp yüzüne değdiğinde, o an, bütün bir ebediyete bedeldi. Parmak uçları titreyerek battaniyenin yumuşak kenarına dokunuyor, kahvesinin buharında yükselen sıcaklığı yüzünde hissediyordu. Bu, bir duyusal oruçtu. Eskiden sıradan saydığı her şeyi, şimdi bilinciyle kutsuyordu. Bir yudum suyun boğazından akışını, sokaktan gelen bir çocuk sesinin berraklığını, pencerenin önündeki saksıdaki kuru toprağın kokusunu... Her bir duyum, "Hâlâ buradayım, ve sen benden bunu alamazsın...

Gazoz Kokan Bir Yaz Tatili

 Gazoz Kokan Bir Yaz Tatili ​Yaz tatili, pek çok arkadaşım için deniz, top veya kaygısız uykular demekti. Benim içinse, ilçenin gazoz imalathanesinden yayılan keskin, tatlı limon kokusunun ve erken kalkmanın habercisiydi. Güneş, henüz dağların üzerinden tam yükselmemişken, kız kardeşimle beraber sırtımızda hissettiğimiz o tatlı baskıyla uyanırdık: Bu yaz da sermayeyi çalıştıracaktık. ​İmalathaneden aldığımız on beş kasalık gazoz stoğu, günün sıcaklığıyla erimeden, bizi bekleyen potansiyel bir kazanç ve bir o kadar da büyük bir sorumluluk yığınıydı. ​İmalathane sahibi, her seferinde aynı keskin bakışla bizi süzerdi: "Şişe zayiatı yok, unutmayın. Yoksa cukkadan düşerim." Bu uyarı, sadece bir ticaret kuralı değil, bizim için küçük dünyamızın en büyük ekonomik tehdidiydi. Birkaç kırık veya kayıp şişe, günün tüm kârını eritebilirdi. ​Gazozun tadı ne kadar güzel olursa olsun, o yaz sıcağında buzsuz satılmazdı. İşte bu noktada, o dönemin lojistik mucizesi devreye girerdi: Bursa’dan ...