Göl Kenarında Unutulmayacak Bir Veda
Göl Kenarında Unutulmayacak Bir Veda
Cumartesi
mesai bitiminde şehri terk ederken hava açıktı, ama gökyüzünde birkaç başıboş
bulut gezinmekteydi. Şehrin bitmek bilmeyen gürültüsünden kurtulduğumda bu kez
kendimi, hafta sonunu değerlendirmek üzere yola çıkan tatilcilerin araç
kalabalığı içinde buldum. Ana yoldan sapınca insan kalabalığı da, araç
gürültüsü de geride kaldı; yerini yemyeşil bir doğaya bıraktı. Çalışma
hayatının içinde kaybolmuşken doğayı, meyve ağaçlarının güzelliğini, hatta
sadece rüzgârın uğultusunu bile unutmuş olduğumu fark ettim. Arabamın hızını
azalttım, camları açtım, müzikle beraber yavaş yavaş yol alırken telefonum
çaldı.
— Nerede
kaldın be birader?
— Geldim sayılır, az sonra oradayım.
— Hadi bekliyorum.
Telefonu
kapattığımda cama birkaç yağmur damlası vuruyordu. İçimde hem yolculuğun huzuru
hem eski bir dosta kavuşmanın heyecanı vardı.
O da
topçuydu, ben de. Yalnız bir farkımız vardı; o iki gün önce teslim olmuştu, bu
yüzden bir dönem “Komutanım” diye hitap etmiştim ona. Yıllar geçti ama o
günleri her hatırladığımızda hâlâ bununla eğlenir. Kader bizi asker ocağında
birleştirmişti. O, şehrin zengin ailelerinden birinin tek oğlu, toprağa düşkün
bir adamdı. Ben ise babamın zoruyla okulu bitirip onun iş yerinde çalışmaya
başlamış, hayata daha düz bir çizgiden bakmaya mecbur kalmıştım.
İkimiz de
aynı ilden ama farklı ilçelerden geliyorduk. Askerlikte başlayan arkadaşlığımız
askerlik bittiğinde de devam etti. Her hafta görüşemesek de mutlaka birkaç kez
telefonda konuşurduk. Aslında bu hafta eşimin yanına, deniz kenarındaki
yazlığımıza gidecektim. Ama bizim deli arkadaş, “Çocukları senin hanımın yanına
gönderiyorum, sen de gel, şu bekârlığın tadını çıkaralım göl kenarında,”
deyince plan değişti.
Onun eşiyle
benim eşim de birbirini çok severdi, neredeyse kardeş gibiydiler. Ben onun
sağdıcıydım. O yüzden çağırınca hayır demek olmazdı. Tarladan göl kenarındaki
eve doğru saptığımda beni karşıladı.
— Nerede
kaldın be oğlum?
— Geldim işte, komutanım!
Arabayı iki
katlı evin yanına park edip indik. Sarıldık. Sohbet ede ede göl kenarındaki
çardağa yürüdük. Göldeki yayın balığını gösterdi; sabah tutmuş, suyun içinde
bir kazığa bağlamış. Yorgunluğumu atmak için birlikte göle girdik. Güneş yavaş
yavaş dağların arkasına çekilirken göl üzerinde yansımalar oluştu, şehir
ışıkları uzaklardan yakamoz gibi göle vuruyordu. Etraf, sessiz bir büyüyle
sarılmış gibiydi.
Bir ocak
yaktık, yayın balığını pişirdik. O rakıyı koydu, ben içkiye bulaşmadım. “Sen
bırakıyorsun, akşam yine başlıyorsun” dedi gülerek. Keyfimiz yerine gelmişti,
anılarımızı konuşuyor, gençliğimizi yad ediyorduk. Sonra bir hikâyeye başladı:
— Sana hiç
anlatmadım galiba, bekârken internette tanıştığım biri vardı.
— Evliyken değil ama?
— Yok be oğlum, o kadar da deli değilim.
Seda… O
kadının adı Seda’ymış. Bir mail atmış zamanında. “Bu kalabalık dünyada
yalnızlık yaşayan bir kadına eşlik eder misiniz?” diye. Başta meraktan, sonra
alışkanlıktan mesajlaşmaya başlamışlar. Derken bizim deli, evlenmek üzereyken
dürüstçe söylemiş durumu. Seda onu tebrik etmiş. Ama bir gün, “Birbirimizi ilk
ve son kez görelim,” demiş. Göl kıyısında sessizleşmişti anlatırken. Sonunda
buluşmaya karar vermiş.
— Ama
akıllıyım ya, garsona gülleri verdim. Masaya bir başkasını oturtmasını istedim.
Ben uzaktan gözlem yapacaktım.
— Vay arkadaş!
Beklemiş,
beklemiş, ama kimse gelmemiş. Bayağı bozulmuş. “Ya kandırıldım, ya da biri beni
kötü işletti,” demiş. Ve sonrası sessizlik. Ne mesaj ne haber… Düğün olmuş,
Seda yok.
Ta ki
düğünün ertesi günü gelen mektuba kadar.
Otelin
komisi getirmiş. Üzerinde sadece ismi yazılıymış. Seda mektubunda, o gün
aslında kafeteryada olduğunu, garsonla konuşmasını, masaya gülleri bırakmasını,
her şeyi gördüğünü ama karşı masadaki yaşlı bir teyzenin yanına oturup
izlediğini yazmış. Sessizce gitmiş, hatta düğüne bile katılmış. Gelini tebrik
etmiş, takı bile takmış. Onunla vedalaşmak için mektubu bırakmış. “Onu mutlu
et, çünkü o çok iyi bir adam,” demiş.
Komutan
mektubu gösterirken gözlerinde bir hüzün vardı. Gölün üzerine düşen gün ışığı
gibi bir vedanın sızısı… Herkesin hayatında açıklanamayan, yarım kalmış bir anı
olur ya, bu da onunkiydi. Kader, kimi zaman sadece iz bırakmakla yetinir.
Gecenin
sonunda göl kıyısında sessizlik vardı. Dalgalar usulca kıyıya çarpıyor, güneş
doğmaya başlıyordu. O an içimde tek bir cümle yankılandı:
“Bazı
vedalar konuşmadan yapılır, ama bir ömür boyu unutulmaz.”
Kamil Erbil
 
Yorumlar
Yorum Gönder