Kayıtlar

Mayıs, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bir Yaz Gecesi

 Bir Yaz Gecesi İşten,güçten ve hayat şartlarından sıkıldığım zamanlar her zaman huzur bulmak için gittiğim yer kasabadaki evim olmuştur. Tavukların civcivlerin eşinmeleri,damdaki hayvanların bağırışmaları,koyunların kuzuların oynaşmaları, köpeklerimin sıcak davranışları daima bana huzur vermiştir. Renk renk kirazları,çeşit çeşit erikleri,salkım salkım sarkan üzümleri,çeşit çeşit armutları,ayvaları,elmaları ve daha nice meyvaları ağaçlarında seyretmek,onları kendi ellerimle uzanıp seçtiğimi koparmak,yemek o kadar hoşuma gidiyorki… İneklerin,danaların çimenler üzerinde yem yerken çıkardığı hışırtılar;kuzuların melemeleri,horozların ötmeleri,tavukların gıdaklamaları ... Siz hiç yeni doğmuş bir kuzuyu , yeni doğmuş bir inek yavrusunu görüp sevdinizmi ? Bambaşka bir dünya sanki burası… Tüm yaşantımdaki oluşan streslerimi tamamıyle alıp gidiyorlar. İşte bunun için ne zaman sıkılsam sığındığım yerlerden biride burası oluyor. Rahmetli eşimin vefatından sonrada günlerce burada kalmış,emekt...

Çık Gitti

  ÇIK GİTTİ... Annemle babamı kaybettikten sonra ablam ve eniştemin yanında kalmaya başladım. Evlenme çağına gelince onların uygun gördüğü biriyle evlendim. Başlarda her şey normaldi, ama eşim zamanla değişti. Haklı haksız bağırıyor, geç saatlerde geliyor, sonunda şiddete başvuruyordu. Bir kızımız oldu ama dayanamayarak boşandım. Mahkeme küçük olduğu için kızımı bana verdi. Gidecek yerim olmadığından yeniden ablamlara döndüm. Ama zamanla kendimizi sığıntı gibi hissetmeye başladık. Birkaç kişi benimle evlenmek istedi ama hepsi kızımı babasına vermemi istedi. Çaresiz kalarak kızımı babasına bırakıp evlendim. Kızım çok küçüktü, zamanla ona “annen öldü” demişler. Bunu bile bile içime attım. Yeni eşimin kalp rahatsızlığı çıktı, büyük bir ameliyat geçirdi ve malulen emekli oldu. Çocuğumuz olmadı ama huzurluyduk. Yine de ilk çocuğumun özlemi içimde hep büyüdü. Kızımı uzaktan okul yolunda görmek bile yetiyordu ama zamanla o da yetmemeye başladı. Onun nişanlandığını duyunca nişan yerine giz...

Çırak

  Çırak 1955-56 yılları... İlkokula gidiyordum. Rahmetli annem yaz tatili başladığında benim elimden tutarak mahalleden komşumuz olan berberin dükkanına götürdü. Ustamı mahallemizden tanıyordyum. Eşi ile annemler gelir giderlerdi. Yani ailecek görüşürdük. “ Buyur usta çocuğumu getirdim sana emanet” dedi. Ustam “Gel bakalım delikanlı” diyerek başımı okşayarak beni dükkanın içine aldı. Burası şehrin en iyi berber dükkanıydı. Kaymakamı,savcısı, hakimi velhasıl şehrin bütün ileri gelenleri buraya tıraş olmıya gelirlerdi. Ustamın lakabı Karam’dı . İlçede berber karam dediklerinde tanımayan yoktu. Ben elimde kağıtdan 30-35 santim uzunluğunda, bir santim genişliğinde kesilmiş gazete kağıtlarının 25- 30 santim uzunluğundaki bir sopa ucuna bağlanmış şekli olan yelpaze ile koltuklarda tıraş olan kişilerin yüzüne konan veya konmaya çalışan sinekleri kovalıyordum. Her ne hikmetse berber koltuğuna oturan kim olursa olsun uyur veya uyuyormuş gibi yapardı. Hatta bazıları horlardı. Sabahle...

Kabrinde Bile Mahsun 2

  Kabrinde Bile Mahsun 2 Uçağımız Sabiha Gökçen Havaalanı’na teker koyduğunda içimde ne olduğunu tam olarak tarif edemediğim bir duygu kabardı. Sevinçle hüzün birbirine karışmıştı. Yıllar sonra eve dönüyordum ama içim hiç huzurlu değildi. Bir tarafım çocukluğuma, özleme, köklere doğru çekilirken; diğer tarafım göğsümde ağır bir taş gibi duran belirsizliğe teslim olmuştu. Ben dünyaya gelmeden anneannemle tanışmam mümkün olmamıştı. Dedem, onun ölümünden uzun bir süre sonra başka biriyle evlenmişti. Bu yeni evliliği başta kabullenmiş gibi görünen dayımlar, zamanla annemi de yanlarına alarak dedemle tüm ilişkilerini koparmışlardı. Olanlara dair duyduklarım, parçalanmış bir hikâyenin yarım yamalak bölümleriydi. Fakat çocuk aklımla tek bildiğim, anneannem dediğim o kadının hep yanımda olduğuydu. Meğer o da bana sonradan katılmıştı bu hayata; kan bağı değil, kalp bağı kurmuştuk biz. Dedem biraz sertti ama beni severdi. Babam ev alınca arabasını satmak zorunda kaldığında, sabahları d...

Kumarbaz (Çırak)

  Kumarbaz   (Çırak) Liseyi bırakalı iki yıl olmuştu. Evdeki suskunluk, sokaktaki gürültüye karışınca kendini mahalle kahvelerine attı. Oynanmadık oyun kalmadı önünde; pişti, okey, poker, ganyan... Zamanla iskambilden başka bir şey tutmaz oldu parmakları. O gün kuzeni aradı. Yarı heyecanlı, yarı gizemli sesi telefondan taşar gibiydi: “Abi bak, bu gece başka... Büyük masa var. Açılış yapıyorlar. Kartlar da gerçek, paralar da. Abiler gelecek. Geliyor musun?” Bir an durdu. Belki de o gece kaderi yeniden yazılacaktı. “Tamam,” dedi. “Geliyorum.” sında oynayacaktı ya da oyunu terk edecekti. Bodrum katına inen dar merdivenlerden her adımında ayaklarının altındaki dünya biraz daha kararıyordu. Kapı açıldığında önce sigara dumanı, sonra tütünle karışık ağır bir sessizlik çarptı yüzüne. İçerisi geniş değildi ama derin bir yeri vardı sanki; duvarlar bile sır saklıyordu. Ortada bir masa. Etrafında ceketleri dizlerine kadar inmiş adamlar. Kravatlar gevşek, bakışlar sıkıydı. He...

NURİ DAYI

  NURİ DAYI Eskiden kışlar daha sert geçerdi, değil mi? Soğuklar daha soğuk, karlar daha çok yağardı galiba. Köyde uzun kış geceleri gerçekten başka olurdu sanki. Babam köy kahvesini çalıştırırdı. Kış geceleri uzun olduğundan, akşam yemeğinden sonra yavaş yavaş kahve dolmaya başlar; yatsı namazından sonra ise kahve hınca hınç dolardı.   Ben de kahvede babama yardımcı olurdum. Kahvenin orta yerinde, saçtan yapılmış varil büyüklüğünde bir soba bulunur, içine meşe odunları atılırdı. Odunların yanarken çıkardığı çatırdılar, sobanın etrafındakileri adeta uykuya davet ederdi. Her gelen kahveye girer girmez üzerindeki karları silkeler, sonra da sobanın yanında ayakta bir müddet ısınırdı. Yaşlılar ise daha çok kızaran sobanın etrafında muhabbet ederlerdi.   Kahvenin karşılıklı iki duvarında, yerden 50-60 santim yüksekte tahta sedir biçiminde oturma yerleri vardı. Bunun önü ve diğer yerler tahta masalarla donatılmıştı. Masaların etrafına ise tahta sandalyeler konulurdu. ...

ABLAM

  ABLAM Ofis camından dışarı bakarken, gözlerim kararmıştı birden. Düşüncelerim dalga dalga zihnime hücum etti. Kulaklarımda ablamın sesi çınladı: "Ne zaman geliyorsun kardeşim, çok özledim seni." Boğazım düğümlendi. Onu en son ziyaret edeli neredeyse iki yıl olmuştu. Yoğun iş temposu, şehir hayatı, ertelenen planlar… Ama şimdi, her şey bir anda anlamını yitirmişti. Ablam, doğduğumdan beri hayatımın en özel parçasıydı. Annem genç yaşta vefat edince, o hem abla hem anne oldu bana. Okula o hazırlardı beni, saçımı o tarardı. Yaptığı yemekleri hâlâ hiç kimse yapamaz. Canı sıkıldığında eline dikiş makinesini alır, saatlerce dikerdi. "Evlenince sana takım yapacağım," derdi. Oysa kendi çeyizi, çocuk yaşta evlendiği için yarım kalmıştı. O küçük yaşında evin yükünü sırtlandı, hiçbir zaman şikâyet etmedi. Biz okula giderken o sabah erkenden kalkar, sofrayı kurar, akşam yemeklerini hazır ederdi. Babam hastaydı, ağrılarıyla boğuşurdu. Ablam, gece gündüz demeden onun da ...

MEÇHUL SEVGİLİ (Gizemli aşk hikâyesi )

  MEÇHUL SEVGİLİ (Gizemli aşk hikâyesi ) Cumartesi günü iş çıkışı, şehirden uzaklaşmak için yola koyuldum. Trafikten kurtulup köy yollarına saptığımda yağmur çiseliyordu. Göl kıyısındaki iki katlı ahşap eve vardığımda beni eski askerlik arkadaşım karşıladı. Evi, ailesinden kalmış. “Yıllardır bakımsız ama göl manzarası yeter,” dedi. Haklıydı; göl sessizdi, doğa huzurluydu. İçim nedense biraz buruktu, ama sebebini koyamıyordum. Pazar sabahı, göle yakın patikadan yürüyüşe çıktım. Sis gölün üzerinde dans ediyordu. Biraz ileride, ince yapılı bir kadın silueti dikkatimi çekti. Uzun saçları, rüzgârla dalgalanan pardösüsü ve duruşundaki zarafet… Yanına yaklaştım. Selam verdim. “Bu mevsimde bu göl çok güzeldir,” dedi yumuşak bir sesle. “Evet,” dedim. “Sessizliği insanın içine işliyor.” Gülümsedi ama gözleri hüzünlüydü. Adını sormadım. O da söylemedi. Bir süre sessizce yürüdük. Ardından, hiçbir şey demeden uzaklaştı. Dönüp arkasına bakmadı. Ertesi sabah yine aynı yerdeydi. Sanki ...

Yaralı Kalpler Sokağı

  Yaralı Kalpler Sokağı Kasabanın sonbahara bürünmüş sokaklarında, sararan yapraklar gibi bir zamanlar canlı olan duygular da birer birer düşüyordu. Eski bir apartmanın üçüncü katındaki dairesinde yalnız yaşayan adam, her sabah penceresinden aynı yere, aynı boşluğa bakar, gözleriyle bir geçmişin izini sürerdi. O sokakta hâlâ onun adı gizliydi; yarım kalmış bir aşkın ve yıllar öncesinden gelen derin bir iç sızısının adı. Yirmi yıl önceydi. Yağmurlu bir mayıs sabahı, elinde dosyalarla o binaya ilk kez adım atmıştı. Üniversiteyi yeni bitirmiş, bir kamu kurumunda staj yapmaya başlamıştı. Hayatın ona ne sunacağını bilmeden, heyecanla geleceğe yürüyordu. Ta ki o gözlerle karşılaşana dek… İkinci kattaki odalardan birinde çalışan kadın, sade giyimi, ölçülü tebessümü ve içine gizlenmiş mahzunlukla dikkat çekiyordu. Ne çok konuşur, ne de fazla görünür olurdu. Ama gözleri… Gözleri, konuşmayan bir kalbin sessiz çığlıkları gibiydi. Adamın gönlüne usulca düşen bu kadın, kalbine ait olduğun...

Baba

 BABA.     Hayatının son demlerinde, ailesinin ve geçmişinin sıcaklığını özlüyor, evindeki anıların yok olma tehdidi karşısında çaresiz hissediyordu. Bir zamanlar hayat dolu olan evi şimdi, onu yalan dolan bir hikayenin içinde kaybolmuş gibi bırakmıştı. Toprak altındaki kökleri kadar derin ve kıymetli anılarına, dışarıdan bir tehlikenin yaklaştığını hissettiğinde içini bir korku kapladı. O gün, yaşlılar evinin odasında otururken, o eski evini düşünmeye daldı. Hatıralarıyla dolu o sıcacık evinin pencere kenarında, sabah güneşinin ilk ışıklarıyla parlayan mutfağını, çocukluğunun neşeli oyunlarını ve ilk aşkını yaşadığı odasını hatırladı. O ev, geçmişin sıcaklığını, aile bağlarının gücünü, mutluluğun ve huzurun adresi olmuştu. Fakat şimdi, elinden alınma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Yavaş yavaş, yaşlılar evinde geçirdiği her gün, evinin geleceği için bir korku hikayesine dönüşmeye başlamıştı. "Evimi elimden alamazlar," diye düşündü kendi kendine. "Orası benim, hayatım...

Bazı Aşklar, Gitse de Geçmez.

  Bazı Aşklar, Gitse de Geçmez. Tavan arasını hep birlikte temizlemeye karar verdiler. Temizlik başlamıştı ki bir sandık buldular. Sandığı açtıklarında,Sandığın içindeki zarf, ucu yanık, mürekkebi solmuş bir mektup taşıyordu. Zarfta anneannemin gençlik zamanlarındaki adı vardı: “Güzel Zeynep Hanım’a.” Parmakları titreyerek açtı zarfı büyük dayım. Yıllardır kayıp olan bir türkü gibiydi o kâğıt. Mektubun ilk satırları zarif bir el yazısıyla şöyle başlıyordu: "Zeynep, Bu mektubu sana yazarken, deniz sesiyle yıkanıyor gecem. Her gece rüyamda o eski dut ağacının gölgesinde oturuyoruz. Sen dikiş dikiyorsun, ben sana türkü söylüyorum. İstanbul uzak, ama senin sessizliğin en çok burada yankılanıyor. O gün sana ‘bekle’ dedim ya… Kendimi bile bekleyemedim." Mektubu yüksek sesle okumaya başlamıştı dayım ama ikinci satırdan sonra sustu. Sessizlik çökmedi, çığlık gibi bir sessizlik indi odaya. Hiçbirimiz konuşmadık. Babamın gözleri tavana dikilmişti, sanki orada cevap arıyordu. E...