Kayıtlar

Nisan, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

O GECE DENİZİN KIYISINDA

 O GECE DENİZİN KIYISINDA O akşam, içimdeki sıkıntıyı dağıtmak için kimseye haber vermeden deniz kenarındaki o eski lokantaya doğru yola çıktım. İkindi çoktan geçmişti. Arabamı park ettiğimde sıcak hava boğuyordu insanı. Fakat dışarı çıkar çıkmaz denizin serin esintisi yüzüme vurdu. Bir süre, gözlerim ufka sabitlenmiş halde, sanki uzaklarda tanıdık ya da çoktan kaybettiğim bir yüz arar gibi bakındım. Arkamdan bir ses yükseldi: "Hoş geldin abi!" Lokantanın emektar sahibi, her zamanki sıcaklığıyla karşıladı beni. Masamı denizin kenarında, sakin bir köşeye kurdu. Kola söyledim. Sırtımı sandalyeye yaslayıp, denizin üstünde dans eden güneş ışıklarını seyretmeye başladım. Dalgaların taşlara vuruşuyla çıkan hışırtılar, kayık motorlarının uzaktan gelen sesi... Dünya ağır ağır yavaşlıyordu. Lokanta yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. Etrafımda eşleriyle, dostlarıyla gelen insanlar vardı. Bir de benim gibi yalnız oturanlar... Yan masada iki arkadaş içkilerini yudumluyordu. Konuşmalarını du...

Gökyüzüne Asılı Çocukluk

 Gökyüzüne Asılı Çocukluk Bir uçurtma, bir gökyüzü, bir çocuk kalbi... Çocukluk dediğin; rüzgârın yönünü beklemek, sabırla kayıt kesmek ve sonunda göğe bir parça hayal salmaktır.  Bazı hatıralar uçurtma gibidir… Zaman geçse de ipi kalbimizde bağlı kalır. Her bahar gelişinde, köyün yamacındaki boşluk canlanırdı. Rüzgârın en güzel estiği yer orasıydı. Uçurtma zamanı geldi mi, evin bir köşesi hemen atölyeye dönerdi. Renk renk kayıtlar dizilir, eski okul defterleri masaya serilirdi. Hamur hazırlanırdı; unla suyu karıştırır, sabırla yoğururduk. Babam çıtayı büyük bir dikkatle keserdi. “Uçurtma yürek gibidir evladım,” derdi, “eğri olursa ne kadar süslersen de havalanmaz.”  Ben renkleri seçer, hamurlu ellerimle kayıtları yapıştırırdım. Her renk bir hayal, her çizgi bir çocukluk kahkahası olurdu. Uçurtmanın göğe yükseldiği o an... Sanki ipini değil, kalbimi tutuyordum. Gökyüzüyle konuşur gibiydi uçurtmam. Ama bir gün, o ip koptu. Uçurtmam gözden kayboldu rüzgârla. Ağladım.  ...

Çatı Katındaki Ses

Çatı Katındaki Ses  Yıllar önce çatı katındaki o masa, benim ilk okul sıram gibiydi. Dedem ne zaman bir cihazı eline alsa, ben de onun yanına çöreklenirdim. Lehimin keskin kokusu, radyonun içinden çıkan vida tıkırtıları, pillerin o eski metalik pas tadı… Hepsi belleğime öylece kazınmış. “Bak,” derdi, “bir şey sustuysa hemen atılmaz. Önce sorulur: ‘Neden sustun?’ Belki bir bağlantısı kopmuştur. Belki bir şeyi kırılmıştır. Belki sadece beklemiştir biri gelsin de dinlesin diye.” Ben o yaşlarda, bir radyonun duygusu olabileceğine inanırdım. Hâlâ da biraz inanıyorum galiba. Çünkü dedemin tamir ettiği her radyo, sesini sadece hoparlörden değil, yüreğinden de verirdi. O gün, o eski Philips çalıştığında dedem hiç konuşmadı. O türküyü dinledi, gözlüğünü çıkardı, sessizce doğrulup camdan dışarı baktı. “Bu ses,” dedi sonra, “beni zamanın içinden çekip aldı. Gençliğime götürdü. Baban daha çocukken tarlada dinlerdik bunu. Komşuların seslerini karıştırırdı bazen, ama bizim türküyü her seferinde ...

Saat Tamircisi

 Saat Tamircisi Dükkanın kapısını açtığında eski bir çan çaldı, içeriye geçmişin tozlu bir havası doldu. Genç adam içeriye adım attı. Duvarda onlarca saat vardı. Kimisi durmuş, kimisi hâlâ tik tak ediyordu. Ama odadaki en sessiz şey, yaşlı saat tamircisinin kendisiydi. Yaşlı adam, geleni görünce bir an durdu. Elindeki büyüteci yavaşça bıraktı. "Onu hatırlıyorum," dedi. "Dedeni. Zamanında çok şey paylaştık. Ama sonra... konuşmamaya başladık. Neden olduğunu bile tam hatırlamıyorum." Genç adam başını eğdi. Buraya hesap sormaya gelmemişti. Sadece, geçmişi yerinde görmeye, bir şeyleri anlamaya çalışıyordu. "Siz hiç denediniz mi?" diye sordu sessizce. Tamirci, bir cümleye başlamadı. Saati eline aldı, yılların aşınmışlığını avuçlarının arasına yerleştirdi. Gözleri, bir an için geçmişe kaydı. Belki eski bir dostun kahkahasına, belki yarım kalmış bir cümlenin ağırlığına. "Zaman her şeyi unutturur derler," dedi sonunda. "Ama bazen sadece derinlere göm...

Sessizliğin Kıyısında

Sessizliğin Kıyısında Sonbaharın serinliğinde sararan yapraklar, kabristanın taş döşeli patikalarına usulca düşüyor, rüzgârla birlikte hışırtılı bir şarkıya karışıyordu. Adam, her zamanki gibi kabristana erken gelmişti. Aracını girişe yakın bir ağacın altına bırakmış, yanına yalnızca çepini, bir şişe suyu ve cebinde mendilini almıştı. Sessizlik, onun için bir alışkanlığa dönüşmüş, zamanla arkadaş olmuştu. Mezarların arasından geçerken, ayaklarının altındaki yapraklar eziliyor, hüzünle karışık bir tat bırakıyordu geride. Adımlarını ağır ağır attı. Ne hızlı yürümeye ne de düşüncelerini susturmaya niyeti vardı. Vardığında, mezarın çevresi yer yer otlarla kaplanmıştı. Çepini yere bıraktı, dizlerinin üzerine çöktü. Usulca, dikkatle başladı çalışmaya. Otları tek tek temizledi, toprağı eliyle düzeltti. Bazı yerlerde toprağın sıkıştığını fark etti; avuçlarına alıp ufaladı, yeniden serdi. Uzun süre eğilerek çalışınca beli ağrımaya başladı. Elini beline koyarak doğruldu, alnındaki teri mendiliyl...

Yağmurlu Bir Günde

 Yağmurlu Bir Günde  Park sorunuyla karşılaştığım için şehir merkezine dolmuşlarla çıkmıştım. Niyetim Öğle namazını Ulucamide  kıldıktan sonra bu şehri şöyle gönlümce gezmek,daha sonrada akşam için çiçek ve çikolata yaptırmaktı. Camiye girdiğimde kürsüde hoca efendi vaaz veriyordu. Anladığım kadarıyla vaazın konusu ana ve babaya itaatti. Günlerden Cuma olduğundan camii hınca hınç dolmuştu. En arkada da hanımlara ayrılan yeride hanımlar doldurmuştu.  Namazdan çıktığımızda dışarıda ahmak ıslatan dedikleri şekilde yağmur yağıyordu. Böyle hafif  yağışlı havalarda yürümek ten hoşlanıyordum. Camii nin ön kapısından çıkıp,havuzun yanından alt geçitten caddenin karşısına geçecektim. Caddeye çıktığımda yağmur biraz daha hızlanmıştı. Dükkanların önünden ,bu şehri  tekrar yaşamak istercesine yavaş yavaş yürüyordum Setbaşı köprüsünü geçince hemen sağdaki bizim gençliğimizde “Mahvel” denilen kahvehane,çay bahçesini görünce bahçeden içeri girip bahçede şemsiye altında bi...

Zor Günlerin Sessiz Çığlıkları

  Bir kış gecesi, dondurucu soğukta, şehir kenarındaki bir mahallede yer alan kerpiç bir evin önünde bir adam kapıyı çalar. İçeriden gelen uykulu bir sesle kim olduğu sorulunca, adam doğumun başladığını belirtir. Eve gelen kadın, hazırlıklarını yaparak kardeşiyle birlikte yola koyulur Adamın eşi, üçüncü çocuklarına hamiledir ve kısa süre önce ciddi bir grip geçirmiştir. Doğum başarılı bir şekilde gerçekleşir ve nur topu gibi bir kız çocuğu dünyaya gelir. Ancak, bir hafta sonra bebek aniden ateşlenir. Hastanede yapılan muayenede çocuğun kalbinde üfürüm olduğu, yani kalbinin delik olduğu ortaya çıkar. Doktorlar, deliğin büyüme ihtimali olduğunu ve zamanla kapanabileceğini söyler. Aile, çocuğun sık sık hastalanması nedeniyle tıp fakültesine yönlendirilir. Çocuk hastaneye yatırılır ve tedavi süreci başlar. Baba, devlet memuru olmasına karşın tedavi için gerekli tüm malzeme ve ilaçları kendi parasıyla almak zorundadır. Aile, ekonomik zorluklarla boğuşurken, akrabalarından ve aile büyükl...

Damlarda Yatmak Varsa

 Damlarda Yatmak Varsa Damlarında yatmak varsa, buna da eyvallah…  O gece, bu cümleyi defalarca içimden geçirdim.  Üç kişiydik. Ben, Mahmut, bir de en delisi aramızda olan İsmail.  Ay tutulmaya yakın bir gökyüzü vardı üstümüzde. Gözüm hep kuzeydeydi… Komşu köyde. Onun penceresine denk gelen karanlıkta bir ışık yanar mı diye… Ben sevdalıydım. Oysa bu köyde sevdalık da suç gibiydi. Hele gidip de birini sevdiğini söylemek, delikanlılığa yakışmazdı. O yüzden biz de usulün dışına kaçtık. Kaçırmak dedikleri şey var ya hani, işte ondan. Arabaya binerken babamın odasından süzülen ışığı gördüm. İçim sızladı. Helallik almadan çıkmak kolay değilmiş. Ama aşk, hesap yapmaz; gönül bir kere yanmışsa, gerisini rüzgâr savurur. Yolun yarısına gelmiştik ki İsmail direksiyona birden kırınca araba hendeden aşağı kaydı. Motor sustu, biz sustuk. Tekerlek toprağa gömüldü, bir yanımız batak, bir yanımız boşluk. Üçümüz de indik arabadan, ama elimizden bir şey gelmiyordu. Tam o anda bir ışık g...

Kırık Yular

    Kırık Yular Sonbaharın sarıya çalan sabahlarından biriydi. Rüzgâr, kurumuş yaprakları savuruyor, uzaklardan bir çan sesi duyuluyordu. Hasan, o sabah da erkenden kalkmış, dağ yoluna koyulmuştu. Her zamanki gibi elinde çapası, omzunda yılların yorgunluğuyla yürüyordu. Ne karısı kalmıştı yanında, ne de köyde tutunacak bir dalı. Yalnızca ara sıra yaptığı odun işleri ve kimseye söylemediği uzun yürüyüşleri vardı. Bir tepenin ardında, küçük bir açıklıkta otlayan iki hayvan gördü. Biri gövdesi uzun, biraz cılız bir eşekti. Diğeri ise başı dik, yelesi rüzgârda dalgalanan bir attı. Ne yuları vardı üzerlerinde, ne de bir semer. Sanki özgürlük diye bir şeyin tadını çıkarıyorlardı; ya da terk edilmişliğin... Hasan sessizce yaklaştı. Eşek, bir an başını kaldırıp ona baktı, sonra tekrar eğilip otlamaya devam etti. At ise ürkmedi bile. Sanki "sen de bizim gibisin" der gibi bakıyordu. Hasan yere çömeldi. Uzun uzun baktı onlara. Sonra kendi kendine mırıldandı: — Kim bırakır sizi b...

EVLATLIK

 EVLATLIK Bir zamanlar küçük bir kasabada, sevgi dolu bir aile, evlat edinmek için uzun bir süre beklemişti. Nihayet, bir gün bir yetimhaneden beş yaşındaki Hakan’ı evlat edinme fırsatı buldular. Hakan, yaşına göre pek çok travma yaşamış, ailesinin yokluğunda hayatta kalmaya çalışmış bir çocuktu. İlk başta, sevgi dolu yeni ailesinin sıcaklığı ona çok iyi gelmişti. Hakan’ın yeni ailesi, ona her türlü ilgi ve şefkatle yaklaşmaya çalıştı. Ancak zamanla, Hakan'ın içinde taşıdığı hüzün ve boşluk, davranışlarına yansımaya başladı. Okula başladıktan sonra, sınıf arkadaşlarına karşı agresif tutumlar sergilemeye başladı. Küçük yaştaki bir çocuk için, yaşadığı duygusal zorlukları ifade etmek zordu; bu nedenle, agresyonunu dışa vurmanın bir yolunu bulmuştu. Anne ve babası, Hakan'ın bu tavırlarını anlamaya çalıştı. Onun için bir terapist tutmayı düşündüler, fakat Hakan, büyük bir dirençle terapi seanslarına katılmayı reddetti. “Kimse beni sevmez,” dediğinde, gündelik yaşamlarında bu cümle,...

KÖYÜMÜZ VE HOCAMIZ

 KÖYÜMÜZ  VE HOCAMIZ Köyümüz bir zamanlar hocasız kalmıştı. Yeni bir hoca bulmak için yapılan çabalar hep boşa gitmişti. Köyümüzün ileri gelenlerinden cukcukların Niyazi amca, “Falanca yerde iyi bir hoca varmış bakalım isterseniz ?” diye muhtara söyleyince hep birlikte hocayla konuşmaya gittik. Ücret konusunda anlaştık :Harman zamanı köy halkı toplanacak uzlaşılan kadar her kesten hocanın hakkı alınıp hocaya verilecek. Tamam anlaştık derken hoca efendi “benim bir şartım var ! “ dedi. Niyazi amca “ Hele de bakam hoca !” dedi.. Hoca “ Cenaze olunca ben cenazeyi yıkayıp kefenleyinceye kadar hiç kimseyi gasılhaneye istemem. Tamam alın cenazenizi dediğimde cenazenizi alırısınız gömeriz “ dedi. Biz birbirimiz baktık. Niyazi amca “ Eh madem hoca !” dedi. Hoca göreve başladı. Hani hoca da hoca ha!.. Neyse köyde cenaze olduğunda hocaya haber veriyoruz hoca da “Cenazeyi koyun gasilhanedeki teneşire” diyor bizde dediğini yapıyoruz. Hoca işi bitince kapıyı açıyor “alın cenazenizi gömelim ...

YOLCULUK

 YOLCULUK Evden çıktıklarında gün ikindiye dönmüştü. İki yaşlı arabalarına bindiler,adam kontak anahtarını yavaşça kontağa soktu ve “Bismillah!” diyerek çevirdi, araba çalışmaya başladı. “Kemerleri takalım!”dedi adam. Kadın hafif başını sağa çevirdi asılı duran emniyet kemerini çekti ve yerine taktı.”Tamam!” dedi kadın. Sonbahar olmasına,havaların hala sıcak gitmesine rağmen bu gün nedense öğleye doğru şehrin üstünde bulutlar belirmeye başlamıştı ama hava yinede bunaltıcı sıcaktı. Bunaltıcı trafikten kurtulup şehrin dışına geldiklerinde yağmur tek tük atıştırmaya başlamıştı.Arabanın ön camına zaman zaman epeyce büyük damalaların düştüğü oluyordu. “Sıkıcı trafikten kurtulduk” dedi adam. “Yağmurda başladıya belki bu sıkıcı bunaltıcı sıcaklık yerini serinliğe bırakır, hadi hayırlısı olsun” dedi kadın. Şehirden biraz uzaklaşmışlardıki yağmur hızını arttırdı. Artık arabanın silecekleride çalışmaya başlamıştı.”Yan camın açık galiba hanım” “Hava alsın bey,bırak açık kalsın,iyice  Pat...

KARDEŞİM

 Kardeşim  Yazın o kavurucu sıcağında arabamla giderken radyoda çalan şarkılara eşlik ediyordum,yada etmeye çalışıyordum. Şehre girmeden çevre yolunu takiben şehir dışındaki hastanenin oto parkına arabamı park ettim. Eşim sırtımı şöyle bir yokladı ve “çok terlemişsin üstündekileri çıkar yoksa hasta olcaksın” dedi. Böyle durumlarda eşim her zaman arabamda bir çanta içinde birkaç adet iç fanilası ile külot , tişört veya gömlek bulundururdu. Arabamın yanında etraftakilerin bakışlarına aldırış etmeden fanilamı ve tişörtümü değiştirip hastanenin ziyaretçi giriş kapısına yöneldim. Hem pazar hemde ziyaret günü olduğundan kalabalıktı. Ama burada diğer hastaneler gibi ziyaret belirli saatlerde değildi. Kurallar uymak kaydıyla hasta yakınları her zaman ziyarete gelebiliyorlardı. Giriş kapısının yanında beklerken içimden bir ses”hadi gir ziyaret et” diyorsa da dedi başka bir ses de “boş ver dön git” diyordu. “Hadi girelim” dedi eşim. “Gel şu ağacın altına oturalım da biraz soluklanalım” ...

UMUDUN SESİ

Hizmetlimiz, "Şef müdür bey seni çağırıyor" dediğinde dalgın bir şekilde masamda çalışıyordum. Başımı kaldırıp "Geliyorum" dedim, masamdaki evrakları olduğu gibi bırakıp kalktım. Müdür beyin odasına girdiğimde, "Buyur müdür bey," dedim. Müdür bey, ellerini göğsünde birleştirmiş, masasına dayanarak ayakta dikiliyordu. Odanın kapısının arkasına doğru olan kısımda, yaklaşık 65-70 yaşlarında düzgün kesilmiş sakallı bir adam duruyordu. Sol elinde bir baston tutuyor, diğer elinde küçük bir poşet vardı. Yanında, 7-8 yaşlarında bir erkek çocuk, yaşlı adamın baston tutan eline sarılmış, korkuyla etrafı seyrederken onu takip ediyordu. Bu çocuğun yaşlı adamın torunu olduğunu daha sonradan öğrenecektim. Müdür bey, ellerini serbest bırakıp, "Bu amca pazarda torunuyla birlikte kadınların başlarına bağladıkları çemberler için oya satıyordu. Şefim, gerekli yasal işlemlerin yapılması için getirdim. Gerekli işlemi yap!" dedi. Odaya girdiğimde yaşlı adamın o haliyl...

BİR YUDUM UMUT

  BİR YUDUM UMUT Yaşlı adama ve Zeynep'e doğru bir adım atarak, "Hazır mısınız?" diye sordum. Yavaşça başlarını salladılar ve ayağa kalktılar. "Hadi o zaman, birlikte yeni bir başlangıç yapalım," dedim ve onları bekleme alanından çıkarak ofisimin bulunduğu alana doğru yönlendirdim.   Yolda yürürken, yaşlı adamın ellerindeki yaş ve yaşanmışlık izleri dikkatimi çekti. Her adımında biraz daha belirsiz, ama kararlı bir şekilde yürüdüğünü görebiliyordum. Zeynep ise büyükbabasının elini sıkıca tutmuş, zaman zaman etrafa bakarak benimle iletişim kurmaya çalışıyordu. Gözlerinde bir umut ışığı vardı ama aynı zamanda korku da saklıydı.   Ofisime vardığımızda, müdürümle hızlıca göz teması kurdum. Onun yanına gelerek hızlı bir şekilde durumu anlattım. "Bu amca ve torunu, iş bulma konusunda zorluk çekiyorlar. Onları desteklemek için bir şeyler yapmalıyız."   Müdürüm, yaşlı adamın ve torununun yanına yaklaştı. Güven verici bir sesle, "Merhaba, ben...

Vicdanın Sesi

  Vicdanın Sesi Akşamdan beri yağan kar, sabaha karşı hızını artırmıştı. Tüm köy bembeyaz bir örtüyle kaplanmıştı. Sabah ezanıyla uyanmıştım. O gün, cenaze namazı için köy camiinde görevim vardı. Kar hâlâ yağıyordu. Camiye vardığımda cemaat henüz toplanmamıştı. Görevli imam rahatsız olduğu için yerine ben bakıyordum. Müezzin ile birlikte elimizden geldiğince avluyu kardan temizledik. Soğuk, insanın içine işliyordu. Cenaze vaktine doğru avlu yavaş yavaş dolmaya başladı. Cemaatin arasında, yorganına sarınmış yaşlı bir adam dikkatimi çekti. O yaşta, o soğukta, neden oradaydı? Yanına gittim. Elinde bastonu, belinde kuşak, ayağında kara lastik. Sarındığı yorganın altından terlikleri görünüyordu. Titreyen dudaklarıyla, “Oğlumun cenazesi için geldim,” dedi. Olduğum yerde kalakaldım. Cübbemi çıkarıp omzuna örttüm. Müezzine işaret ettim, camiyi açmasını söyledim. Yaşlı adamı sobanın başına oturttuk. Yüzü donmak üzereydi. Cenaze namazını kıldık. Cenaze toprağa verild. Cemaat dağı...

Aşığım Abi, Aşık!

  Aşığım Abi, Aşık!   Bir gün odamın kapısı çalındı. İçeri giren memur, gözlerini kaçırarak, — Abi, şu bizim çocuk var ya… dedi. — Eeee? — Devamlı dalıyor. Elinden iş çıkmıyor. — Sebep? — Valla bilmiyorum, bir şey de demiyor. Yanlız kaldığımda memurlarla abi-kardeş gibi konuşurum. Hemen dedim ki: — Çağır gelsin. Az sonra geldi. Masasında oturmuş, çenesini eline dayamış camdan dışarı bakıyordu. Arada bir gülümsüyor, sonra da etrafına bakıp kimse gördü mü diye kontrol ediyordu. Çok iyi bir çocuktu aslında. Şakacı, hayat görmüş, insan tanımış, dobra biriydi. Feleğin çemberinden geçmişti belli. — Gel, otur oğlum, dedim koltuğu göstererek. — Abi ben… — Otur otur, rahat ol. Çay söyledim, kapıyı kapadım, karşısına geçtim. — Hayırdır, neyin var? Kafasını eğdi. Kızarıyor, terliyor… — Yok abi bir şey… — Oğlum, yoksa niye hastalıklı tavuk gibi düşünüyorsun? — Sana öyle gelmiştir abi… — Vardır bir şey! Hadi anlat. Birden ayağa fırladı. Ceketinin düğmelerini a...

Kumarbaz (Çırak)

  Kumarbaz   (Çırak) Liseyi bırakalı iki yıl olmuştu. Evdeki suskunluk, sokaktaki gürültüye karışınca kendini mahalle kahvelerine attı. Oynanmadık oyun kalmadı önünde; pişti, okey, poker, ganyan... Zamanla iskambilden başka bir şey tutmaz oldu parmakları. O gün kuzeni aradı. Yarı heyecanlı, yarı gizemli sesi telefondan taşar gibiydi: “Abi bak, bu gece başka... Büyük masa var. Açılış yapıyorlar. Kartlar da gerçek, paralar da. Abiler gelecek. Geliyor musun?” Bir an durdu. Belki de o gece kaderi yeniden yazılacaktı. “Tamam,” dedi. “Geliyorum.” Bodrum katına inen dar merdivenlerden her adımında ayaklarının altındaki dünya biraz daha kararıyordu. Kapı açıldığında önce sigara dumanı, sonra tütünle karışık ağır bir sessizlik çarptı yüzüne. İçerisi geniş değildi ama derin bir yeri vardı sanki; duvarlar bile sır saklıyordu. Ortada bir masa. Etrafında ceketleri dizlerine kadar inmiş adamlar. Kravatlar gevşek, bakışlar sıkıydı. Herkesin eli yerdeydi ama niyeti görünmüyordu. ...